Muhtreşem Yüzyıl'ın da Viyana Kapılarında bitmesi üzerine tarih dersleri boyunca dinlediğimiz bu kapıları görmeye Viyana'ya gittik ama ortada kapı falan yoktu; tabii her şehrin Melih Gökçek gibi öngörülü belediye başkanı olmuyor, yaşadığım hayal kırıklığı, Ankara'nın etrafına yapılan beş kapının varlık sebebini gayet iyi açıklıyordu neyseki çok çok ileri yıllarda 28.yüzyılda falan tarih kitaplarında Ankara'nın kapısına dayanan Alpheus B'lilerden bahsederken ortada gerçek kapılar olacak.
Biz ortada kapı falan olmayınca Viyana'ya son derece modern hava alanı treni CAT ile gittik 12€ karşılığında.15 dakika sonra ana istasyon olan Wien Mitte'ye vardık. Metro ile Hotel Capri'ye ulaştık.
Otelimiz yeni restorasyon geçirmiş ve eşyaları yenilenmiş olsa gerek herşey pırıl pırıldı tek eksiği buzdolabıydı, onun dışında nasıl benimsediysem akşamına ev diye bahsetmeye başladım kendisinden.Metro hemen yanında ama aynı zamanda ana merkeze de yakındı, St.Stephen Katedrali'ne 15 dakikada yürüyebildik. Burası gezimize başlama noktasıydı.Oldukça görkemli bir yapı.Saat 5'i geçtiği için Kule'ye çıkış kapatılmıştı.Ama başka bir gün Kuzey Kulesine 5€ karşılığında asansör ile çıktık,Güney Kule için merdivenler varmış, asansör sırası beklemek istemeyenler merdivenleri de kullanabilir.Kule'de en dikkat çekici şey Osmanlılar'ın geride bıraktığı toplardan dökülen devasa çan. Katedralin motifli seramik çatısı güzel. Roma ve Gotik mimari karışımı. Arka cephesi Gotik mimari ile pek havalı (ne havalısı ürkütücü bildiğin)
Efendim şimdi burada diyor ki "Osmanlılar gelmişti biz onları Viyana ovasında püskürttük,geride demir topları kalmış ben aldım onları çan yaptım,çalıp duruyorum işte" |
Her ne kadar kuyrukları örgülü olsa da , onlar da Büyükada atları gibi günde 2 kez...... |
Katedral'in önünden düz yürüyünce Kartner Street'de yürümüş oluyoruz, burası en büyük ve canlı caddesi ve yol bizi Opera Binasına götürüyor.Opera Binasının önünde millet yere oturmuş, dev ekranda, oynanan oyunu izliyor.Şehrin her yerinden opera sesleri yükseliyor, sokak müzisyenleri arya falan söylüyor, klasik müzik çalıyor.Çok entel herkes ama onların da karnı acıkıyor tıpkı bizim gibi.O yüzden yemek için ilk durağımız methini her blogda okuduğumuz Figlmüller oluyor.Viyana şnitzelinin en meşhuru.
Tabi her meşhur yer gibi buradan da korkmak lazım zira ilk en eski yerine gidiyoruz bir pasajın içinde, heryer dolu, bizi bir 50 metre ilerideki 2.yerlerine yönlendiriyorlar.Burada da kapıda sıra var.10, 15 dakika bekledikten sonra masaya oturabiliyoruz. Merak edenler için esas Viyana şnitzeli diye bilineni domuz etinden yapılıyormuş ama tavuklu şnitzel seçeneği de var, biz tavukludan alıyoruz, 1 tane ama devasa boyutta olduğu için iki kişiye gayet yeterli oluyor ve meşhur patates salatalarından söylüyoruz, semizotlu nar ekşili lezzetli birşey. 26€ tutuyor 1 şnitzel, 2 salata, 2 kadeh şarap.Neyse o kadar beklemeye değiyor.
Bugün zaten yoldan gelmişiz gezecek değiliz ya doğru tatlı için Cafe Sacher'e gidiyoruz, tam operanın karşısında.Girişi falan pek havalı, birazdan oyun bitecek Opera'dan çıkan şık teyzeler amcalar buraya gelecek gibi bir mekan,yani öyle taytla,şortla falan gitsen kapıdan almayacaklarmış gibi (neyse ki bizi alıyorlar) Burası Viyana'nın ünlü pastası sacher torte ile meşhur, zaten o pasta ilk burada yapılımış.Bence Palet'in ananaslı bademli pastası daha güzel ama burası daha havalı.Pasta ve kahveler 20€ tutuyor.Viyana'da ilk günden bütün yemeyi planladığımız şeyleri yeyip içerek huzurla otele dönüyoruz.
180 yıllık pasta |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder