30 Aralık 2013 Pazartesi

Zeki Müren Eşliğinde Rakı Gecesi

Havaların soğuması,domateslerin tatsızlaşması, kutup ayıları, penguenler ve büyük kediler arasında vuku bulan belgesel döngümüzün tıkanması ve Big Bang Theory'nin bütün sezonlarını bitirmemizle birlikte yeni arayışlar içinde buldum kendimi.Akşamları bütünleştiğim kanepemden 3 metrekarelik bir çemberin dışına çıkmama gerek kalmayacak ve aynı zamanda eğlenceli, eğitici, öğretici bir aktivite olarak konsept geceler düzenlemek fikrini nihayet hayata geçirdim. İşte bu serinin ilk gecesi "Zeki Müren Dinleyip Rakı İçelim"....
Hazırlık aşamasında öncelik midemizdeydi. Menüde tahinli patlıcan, yoğurtlu semizotu, humus ve mücver vardı.Patlıcan közlenirken ses bombası gibi patladı, humus biraz fazla kıvamlı oldu,semizotu tadımlık çıktı falan ama yine de utanmadan hepsini masaya getirdim, mücver gayet iyi olmuştu bu arada:) Peynir ve Yeşil Efe ile birlikte sofra hazır oldu.


Şekilsiz olduklarına bakmayın, lezzetliydiler, vallahi

Müzik listesini ise üç aşamadan oluşturdum.İlk olarak pikapta Mücevher isimli 33 lüğü dinledik.Tabi 80 li kuşağın tanıdığı Zeki Müren'den çok farklı bir Zeki Müren yorumu var bu plakta.Tamamen klasik eserlerden oluşuyor ve Sanat Güneşi henüz ağdalı yorumuna geçmemiş, temiz sade bir tarzla yorumluyor şarkıları.




Plakta yer alan şarkıları da yazayım tam olsun...
uşşak peşrevi
kimseler gelmez senin feryad-ı ateş-barına
gül yüzlülerin şevkine gel nüşedelim mey
bağ-ı hüsnün o güzel gülleri soldu
cana rakibi handan edersin
gittin bu gidiş bence ölümdende beterdi
ne yaptım kendimi nasıl aldattım
derdimden anlayan yok

segah peşrevi
tut-i mücize güyem ne desem laf değil
dil-harab-ı aşkınım sensin sebep berbadıma
ölürsem yazıktır sana kanmadan
haleli gözlerin, hayale dündü
hicran yine hicran mı bu aşkın sonu söyle
bu ne sevgi ah bu ne ıstırap
indim havuz başına 

İkinci etapta Kalan Müzikten 2005 yılında çıkan Zeki Müren'in 1955-63 kayıtları var.İki cd halinde tamamen klasik eserlerden oluşuyor.Ben de bu albümlerden bir seçmece yaptım.Henüz ikinci kadehlere geçilmemesi sebebiyle de olayın sanatsal boyutu masaya yatırıldı.Tabi ki nihavent şarkılar ön plandaydı: "Saçların hayatımın neşesiyle örgülü" "Koklasam saçlarını bu gece ta fecre kadar" "Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde" "Kaçsam bırakıp senden uzaklara gitsem" "Süzüp süzüp de ey melek". Sonra bir hicaz klasikle devam etti listemiz."Yine neşei muhabbet dil-ü canım etti şeyda"
Geceye damgasını iki hisarbuselik şarkı vurdu: "Gönlüm hevesi zülf-i siyehkare düşürdüm" ve Tanburi Mustafa Çavuş'tan "Dü çeşmimden gitmez aşkın hayalin"




Bu kısmı benim en sevdiğim Zeki Müren şarkısı olan "Zehretme hayatı bana cananım" ile bitirdik.Bu şarkı Zeki Müren'in ilk bestesi.17 yaşındayken yapmış insan dinleyince keşke hep böyle şarkılar yapsaymış diyor tabi o zaman bu kadar seveni olur muydu şüpheliyim, malum klasik musikinin pek gideri yok günümüz piyasasında....

Zehr'etme bana hayatı cananım
Elemlerle doldu benim her anım
Kederinle yanıp sönse de canım
İnan ki ben sana yine hayranım



Hazır ikinci kadehler yarılanmışken ve "ne olacak bu memleketin hali" kıvamına gelmişken damar şarkılara geçme zamanı geldi.İşte hepimizin bildiği Zeki Müren şarkıları.55-63 kayıtlarıyla kıyaslandığında çok belirgin bir yorum farkı var tabi ama napalım biz Zeki Müren'i çizmeli,mini elbiseli ve damar şarkılarıyla da sevdik.Yani ben o haliyle sevdim zira bu ülkenin sıra dışı insanlara ihtiyacı var. İşte damar şarkı repertuarım: "Sevemez kimse seni" "Bir yangının külünü" "Gizli aşk bu" "Veda busesi" "Şimdi uzaklardasın" "Elbet bir gün buluşacağız" "Beklenen Şarkı" "Mihrabım Diyerek" "Ne çıkar bahtımızda ayrılık varsa" "Sevgimizin aşkımızın üstünden" "İntizar" "Bir demet yasemen" "Biz ayrılamayız"
Bu noktada içmeyi kesebilirsiniz. Zaten bu şarkıları arka arkaya dinleyince beş kadeh içmiş etkisi yapıyor.Mevcut damar havayı biraz dağıtmak, sel olan gözyaşlarınız durdurmak, kızaran burnunuzu çekip durmaya bir son vermek için hemen "Bahçevan "ı dinliyorsunuz.

Elmayı alan bilir
Şeftaliyi satan bilir
Güzel kızın kıymetini
Kimsesiz yatan bilir

Bahçevan geldi
Deh deh düldül
Deh deh düldül
Sen düldülsün ben bülbül

Ayvalarım sarardı oyy oyy
Deli gönlüm karardı oyy oyy
Yarime nar yolladım oyy oyy
İçinde kalbim vardı oyy oyy



Depresif hava dağılmışken, kızarmış yanaklar ve yumuşamış bakışlarla romantik bir havaya bürünüp "Yıldızların altında" yı dinleme vakti geldi. Şu aşağıda görmüş olduğunuz kayıt iddia ediyorum ki bu şarkının bugüne kadar söylenmiş en güzel yorumu, benim duşta icra ettiklerim de dahil buna. Bir sürü abartılı ve gürültülü yorumunun yanında sade ve alabildiğine duygulu bir yorum.....Kayıtın başındaki Zeki Müren'in sunuşuna dikkat.Nasıl güzel bir konuşma, nasıl güzel bir hitabet."Israrla istenen bu şarkı"yı ısrarla dinleyiniz.



Efendim bu geceki yayınımızı benim için rakı masasıyla özdeşleşen bir şarkı ile bitiriyoruz. Hiç bir rakı gecesi "Yanıyormu yeşil köşkün lambası" çalmadan bitmemeli....


16 Aralık 2013 Pazartesi

Nihavend Aşkına

Geçenlerde bir perşembe akşamı işten gelmiş tam eve doğru ilerliyorum bir baktım bizim mahallenin müezzini ezanı farklı bir makamda okuyor; normalde dört bir tarafımızın camilerle çevrili olmasına rağmen sokak gürültüsünden olsa gerek ezan duyduğumuz pek yok ama bu sefer farklı bir ahenk kendini hemen hissettiriyor.Teknoloji sağ olsun hemen kaydediyorum eve gelip defalarca dinliyorum falan.Babam haklı tabi yıllar oldu hala şu makamları öğrenemedim mesela Bayburtlu Zihninin Şehnaz Divanını belki yüz kere sormuştur, ben de her seferinde  tereddüt edip şehnaz diyememişimdir. Artık ne sorsa şehnaz diyorum o ayrı:)
Neyse ezanda beni çeken bir nota var durup durup aynı yerine takılıyorum falan, bu noktadan sonra hislerime güvenip nihavend bu diyorum.Ne de olsa şunca yıllık müzik yolculuğumda neyi sevsem nihavend, neyi sevmesem rast çıktı.Olay tesadüf değil tabi ki, nihavend makamındaki beş koma mi bemol (nim hisar diyoruz biz musikişinaslar he he) sesine özel bir ilgim var öyle ki çocuğum olsa adını nim hisar koyarım o da ileride benden nefret eder. (Ya da Şehnaz koysam babam nihayet Şehnaz divanı öğrendiğime kanaat getirse de artık sormasa:)

Aslında nihavend ezan çok sık karşılaşılan bir durum değil, Osmanlıda perşembe günleri Cumanın gelişini haber vermek için ikindi ezanları nihavend makamında okunurmuş.Günümüzde ise genellikle sabah ezanı saba, öğlen uşşak, ikindi rast, akşam segah ve yatsı ezanı hicaz makamında okunuyor.Ama tabi hocalar her gün aynı makamdan oku oku sıkılabilirler, arada farklı bir makamdan okumaları hoş oluyor.
Nihavend aslında Türk müziğinde çok kullanılan bir makam. Batı müziğinin sol minör dizisine karşılık geldiği için de Batı müziğine en yakın makamlardan biri.Bundan olsa gerek Türkiye'de her konser veren yabancı müzisyen nihavend bir şarkı olan "Üsküdar'a Giderken" i çalar.Bu şarkının bozuk Türkçeyle caz, blues haliyle söylenmiş halini klasik icrasından (efendim biz musikişinaslar icra deriz) daha fazla dinlemiş olabilirim.
Teknik olarak buselik makamının rast perdesine göçürülmüş halidir.Evet bu kısmı size de bana da bir şey ifade etmiyor.İnsanda huzur,rahatlık hissi uyandırır.Babamın nihavend tanımı ise daha ilginç: Eğer dinlerken vals yapar gibi salınma isteği duyuyorsan nihavenddir der ki doğru zannımca pek çok nihavend şarkı da test ettim vals yapmamak için kendimi zor tuttum ( biz zaten buraya Viyana'dan göçmüşüz,oradayken babam bol bol balolara gider vals yaparmış:)))
Tabi nihavend diye her şarkıda  mutlu mesut olmuyor insan.Mesela Bekir Sıdkı'nın sesinden Sadettin Kaynak'ın "Bahar Bitti Güz Bitti" isimli şarkısını dinleyince insana bir hüzün çöküyor, pek vals yapma isteği kalmıyor.


Ya da Cevdet Çağla'dan "Bir Dert Gibi Akşam" ı dinleyince....

Bir dert gibi akşam suların koynuna indi.
Gönlümde siyah gözlerinin rengi gezindi.



Nihavend diyince es geçemeyeceğim bir başka muhteşem eser Yahya Kemal Beyatlı'nın sözleriyle "Dün Kahkahalar Yükseliyorken".Bu nasıl bir hüzün nasıl bir mahsunluk değil mi, kahkahaların ötesinden uzaktan geçmek sevgilinin evinin önünden, tamam sandalla geçiyor mehtabın içinden ortam falan o biçim ama olsun mahsun mahsun boynu bükük geçiyor, off ki offff

Dün kahkahalar yükseliyorken evinizden,
Bendim geçen, ey sevgili, sandalla denizden!
Gönlümle, uzaklarda bütün bir gece sizden
Bendim geçen, ey sevgili, sandalla denizden!

Dün bezminizin bir ezelî neş'esi vardı,
Saz sesleri tâ fecre kadar Körfez'i sardı;
Vaktâki sular şarkılar inlerken ağardı
Bendim geçen, ey sevgili, sandalla denizden!





Tabi hep hüzün yok nihavendde. Başta da dediğim gibi insanın içini ısıtan bir mutluluk da var aslında.İşte  güftesi Nedim'in olup İstanbul kokan, Arif Sami Toker şarkısı, kendi sesinden:

Erişti nev-bahar eyyamı, açıldı gül-i gülşen
Çeragan vakti geldi lalezarın didesi ruşen
Çemenler döndü ruy-i yare, reng-i lale vü gülden
Çeragan vakti geldi lalezarın didesi ruşen



Bu yazıyı da müzikte diğer hassas noktam olan Azeri türkülere atıfta bulunarak bitireyim diyorum. Bu nihavend türkü askerde olan kuzenim için geliyor.Bir başka programda görüşmek dileğiyle esen kalın.Necmi Rıza Ahıskan'ın sesiyle "Deryada Deryalıklar"ı dinliyorsunuz efendim.

Deryada deryalıklar ay balam, 
Suda oynar balıklar,
Ne bu sevda olaydı
Ne de bu ayrılıklar



Ve son olarak nim hisar aşkına....Münip Utandı'nın sesiyle....








2 Aralık 2013 Pazartesi

1.Geleneksel Kızartma Günü

Belirli gün ve haftaları belirleyen bir üst kurul varsa 1 Aralık'ın Dünya Kızartma Günü olarak kabul edilmesini talep edeceğim.Yani 21 Mayıs'ı Dünya Süt Günü, 22 Mart'ı Dünya Çocuk Şiirleri Günü, günle yetinmeyip 12-18 Aralık'ı Tutum, Yatırım ve Yerli Malı Haftası (en sevdiğim), Ekimin 3.haftasını Türk Standartları Haftası olarak belirleyen bir merci vardır mutlaka diye düşünüyorum.1 Aralık da dünya çapında kızartma günü olarak kutlansın.Obezite ile mücadeleye giriştiğimiz şu yıllarda yılda bir gün olsun bu ulu mücadelemizi bırakıp doyasıya kızartma yiyelim.İster patates olsun ister kabak, patlıcan, biber olur, karnabahar olur havuç bile olur yeter ki tavada kızarmış bir şeyler olsun. İster ketçap dökün ister sarımsaklı yoğurt yapın isterseniz domates sos olur bol baharatlı mis gibi...Fena mı olur yediğimiz onca kepekli ekmek, haşlanmış sebze, yarım yağlı yoğurttan sonra midemiz biraz lezzet görür.Ayrıca henüz İsviçreli bilim adamları bunu kanıtladı mı bilmiyorum ama bol yağda kızarmış sebzenin özellikle patatesin seratonin salgılattığı, doğal antidepresan olarak görev yaptığına dair ciddi teorilerim var.

Sağlıklı bir parça olsun diye köfteler ızgarada pişti:)
Bu olay nereden icap etti derseniz, her şey son iki yıldır evimde kızartma yapmak için özel bir tavamın bulunmamasını fark etmemle başladım.O an anladım ki iki yıldır evde patates kızartmıyorum.Birden oturup hayatımı sorguladım ben ne yapıyorum diye. Zira benim çocukluğum her pazarın banyo günü olmasının yanı sıra kızartma günü olduğu bir çocukluktu.Üstelik halamla kaldığım dönemde halamın "eğer haftanın her günü öğlen ve akşam olmak üzere patates kızartması yedirtirsem, bu çocuklar bunu istemekten bıkarlar mı " konulu deneyinde bir haftanın sonunda hala patates kızartması talep ederek bu deneyi beklentilerinin dışında sonuçlandırdım.Oysa bir de şu an ki halime bakın, evim kızartma kokusuna hasret kalmış.



Hemen karnabaharı aldım, haşladım unla kızarttım, patatesleri en sevdiğim formatta ince ince doğradım tuzla ve kekikle kızarttım. Aslında yoğurtlu kabak ve patlıcan kızartması da olsaydı iyi olurdu ama tabi mide küçülmüş zamanla, gastrit reflü ne ararsan çıkmış öyle olunca kızartmayı abartamıyorsun tabi. Dört büyük patatesi tek başıma yediğim günlerden kuş kadar kızartma yediğim günlere düşmüşüm, neyse buna da şükür tabi...
Bu durum  modern çağın bir sonucu olmakla birlikte psikolojik temelli de büyük oranda.Evet modern çağ etrafımızı diyetler, diyetisyenler, 36 beden modeller ve en fazla 42 bedene kadar olan kıyafetlerle sarmış durumda. Kadınlı erkekli fark etmiyor bir ortamda salata yerine kızartma istediğinizde bütün gözler emin misin der gibi size çevriliyor.İki gün üst üste tatlı yersek soluğu pilates minderinin üstünde alıyoruz.Peki kızartma yediğimiz günlere nazaran daha mı mutluyuz, tabi ki hayır....
Olayın psikolojik boyutu da burada gizli. Belki daha zayıfız, daha sağlıklı olduğumuzu sanıyoruz ama çocukluğumuzdaki özgür ruhumuzu kaybetmiş durumdayız. Bir hafta boyunca patates kızartması yediğimde aklıma ne kilo alacağım, ne kolestrolüm ne midem gelmişti. Zevk almayı biliyordum ve patates kızartması zevk veriyordu, hepsi bu....Çocukken her şeyi yapabilecek kadar korkusuzuz oysa şimdi korkularımız bizi yönetiyor. Yıllar sonra çocukluğumuzu aradığımızda asıl peşinde olduğumuz şey, cesaretimiz ve kendimize olan güvenimiz.O yüzden herkesi çocukluğumuzun cesur günlerine dönmek adına 1 Aralık Dünya Kızartma Gününü kutlamaya davet ediyorum.
Hazır bugün toplumsal konulara değiniyorum, bu bağlamda çevreme vermek istediğim bir mesaj daha var. Sevgili çevrem lütfen .....