Bugün Viyana için eğlence zamanı.Hedefimiz Schörnburnn Sarayı.Metro ile kolayca gidilebiliyor.Sarayın içini gezmek istemediğimiz için kapıdan bilet almıyoruz.Bahçeler kocaman her yerini gezelim desek bayağı vakit harcanır.Ortadaki alanda dev bir sahne kuruluyordu ne de olsa burası konserler şehri.
En heyecanla beklediğimiz yere varıyoruz:Hayvanat Bahçesi.Hayvanat bahçesi ve Çöl Evi için kombine bilet alıyoruz 18 euroya.Uzunca bir süre pandayı arıyoruz.aslında harita falan var ama oldukça büyük bir yer ben de bir panda görmek için yanıp tutuştuğum için, haftada ortalama 2,3 saatimi belgesellerini izleyerek geçirdiğim aslanların,kaplanların önünden ilgisizce geçip pandayı buluyorum nihayet.
Bu hayvanat dünyanın en rahat, en sevimli ve en tezat canlısı.Bütün gün oturup aralıksız ağızlarına bambu tıkıyorlar sıkılınca yatıyorlar.Ne bir sesleri çıkıyor ne bir hırçınlıkları var.Adam uyuz bir kere, gürültü yapacak mecali yok zaten öyle uyuzlar ki üremeye bile halleri yok, nesillerinin tükenmesinin sebebi buymuş.Tabi o koca cüsseye bambu ne yetecek, yese biraz fare, sincap falan can tutar ama cins hayvan işte ille vejetaryen olmuş; gerçi hayvanın doğal vatanı Çin, o yüzden Budizm'den etkilenip et yemediğini düşünüyorum: evet ya şimdi bütün resim kafama oturdu:) Pandanın karşısında yemeğimi yiyip hayvancağazla selfi çektirdikten sonra ayrılabiliyorum oradan.
Sırada dünyanın en sevimli 3.canlıları penguenler var. Burada ilk kez sakallı penguen görüp aydınlanıyorum çok şükür:)
En sevimli 4.canlı tabi ki kutup ayıları.
Hayvanat bahçesiyle işimiz bitince bahçelerde biraz daha dolaşıp Gloritte denen tepeye gidiyoruz.Buradan Viyana manzarası süper gözüküyor.Buradaki kafede oturup bir kahve içip, arkadaki göl manzarasını izleyebilirsiniz.
Sörnburnn Sarayında 4,5 saat vakit harcadıktan sonra Charles Kilisesine (Karlskirce) gidiyoruz.Burası ihtişamlı bir barok kilise. Buranın önünde epeyce bekliyoruz çünkü doluya yakalanıyoruz.

Karlskirce'nin biraz ilerisinde Sezesyon akımının öncü binalarından Sezession Haus var.Bu akımın öncüleri tarafından19.yy nin sonunda yapılıyor.Giriş ücreti biraz yüksek olduğu için girmedik içeri, zaten bu sanatsal akımlardan da pek anlamam:)
Bu binanın önünden dümdüz ilerlersek Naschmarkt denen açık pazarlarına ulaşıyoruz, burada envari türlü şey satılıyor aynı zamanda yeme içme mekanları var.Pazarın karşısında ise Otto Wagner'in Majolica Binası ve Wagner Haus yanyana duruyor.Güzel binalar, Wagner de Sezesyon akımana dahil olan ünlü bir mimar.Bu binaları görüp pazarda bir şeyler atıştırmak iyi fikir olabilir.
Bugünün son durağı Tuna Nehri oluyor.Metro U1 hattı ile Tuna kenarına gidiyoruz. Donauinsel durağında inince Tuna'nın sayfiye yeri olan kısmına varmış oluyoruz.Kayıklar falan var ama etraf oldukça sessiz.
Diğer tarafa doğru yürüyünce nehir kenarına dizilmiş restaurantları, tavernaları falan görüyoruz.Ciddi anlamda Yunan tavernası hakimiyeti var burada.Biz akşamüstü geldiğimiz için henüz bir kalabalık yok ama yaz aylarında mekanların tavanlarından anladığımız disko lambalarından buraların eğlence mekanlarına dönüştüğünü söyleyebiliriz. Fotoğrafta görünen yer Birleşmiş Milletlerin kompleksi,burada çalışanlar iş çıkışı tavernaya akıyor olsa gerek.
Tuna'ya gitmek isteyenler için bir uyarı: metroda Alte Donau durağını görüp tereddüt yaşayacaksınız.Biz gidip sizin için orada ne varmış diye baktık bir şey yok o yüzden siz tekrar gitmeyin nehir kenarı yürüyüşünüzü Donauinsel'de yapın.
Sırada dünyanın en sevimli 3.canlıları penguenler var. Burada ilk kez sakallı penguen görüp aydınlanıyorum çok şükür:)
![]() |
Röntgen teknolojisiyle çektiğim bu fotoğrafta anne karnında bir bebek penguen görülüyor. |
![]() |
Fil ailesine 5.liği veriyoruz. |
![]() |
Bu misketcik de çok tatlı ama sıralamada ilk 5'e giremiyor ne yazık ki |
Sörnburnn Sarayında 4,5 saat vakit harcadıktan sonra Charles Kilisesine (Karlskirce) gidiyoruz.Burası ihtişamlı bir barok kilise. Buranın önünde epeyce bekliyoruz çünkü doluya yakalanıyoruz.

Karlskirce'nin biraz ilerisinde Sezesyon akımının öncü binalarından Sezession Haus var.Bu akımın öncüleri tarafından19.yy nin sonunda yapılıyor.Giriş ücreti biraz yüksek olduğu için girmedik içeri, zaten bu sanatsal akımlardan da pek anlamam:)
Bu binanın önünden dümdüz ilerlersek Naschmarkt denen açık pazarlarına ulaşıyoruz, burada envari türlü şey satılıyor aynı zamanda yeme içme mekanları var.Pazarın karşısında ise Otto Wagner'in Majolica Binası ve Wagner Haus yanyana duruyor.Güzel binalar, Wagner de Sezesyon akımana dahil olan ünlü bir mimar.Bu binaları görüp pazarda bir şeyler atıştırmak iyi fikir olabilir.
Bugünün son durağı Tuna Nehri oluyor.Metro U1 hattı ile Tuna kenarına gidiyoruz. Donauinsel durağında inince Tuna'nın sayfiye yeri olan kısmına varmış oluyoruz.Kayıklar falan var ama etraf oldukça sessiz.
Diğer tarafa doğru yürüyünce nehir kenarına dizilmiş restaurantları, tavernaları falan görüyoruz.Ciddi anlamda Yunan tavernası hakimiyeti var burada.Biz akşamüstü geldiğimiz için henüz bir kalabalık yok ama yaz aylarında mekanların tavanlarından anladığımız disko lambalarından buraların eğlence mekanlarına dönüştüğünü söyleyebiliriz. Fotoğrafta görünen yer Birleşmiş Milletlerin kompleksi,burada çalışanlar iş çıkışı tavernaya akıyor olsa gerek.
Tuna'ya gitmek isteyenler için bir uyarı: metroda Alte Donau durağını görüp tereddüt yaşayacaksınız.Biz gidip sizin için orada ne varmış diye baktık bir şey yok o yüzden siz tekrar gitmeyin nehir kenarı yürüyüşünüzü Donauinsel'de yapın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder