5 Haziran 2015 Cuma

İstanbul Bahar Turu 3,5

İstanbul'da son yarım günümüz olunca başlık da 3,5 oldu. Bugünün programda pek bir şey yok zaten. Güne İstanbul Üniversitesi'nin Beyazıt kapısına gidip güvercinlere yem atarak başlıyoruz. Sonrasında Kapalı çarşıya geçiyoruz. Burası devasa bir yer ve yabancı turistler için cennet olabilir ama bana pek cazip gelmiyor şimdi ne alayım ben buradan kilim mi, altın rengi nakış işlemeli kahve fincanı mı, deri ceket mi. Biz oturup kahve içiyoruz. Şark Kahvesi duvardaki neyzen, semazen resimleriyle beni cezbediyor, çarşının eski mekanlarından biri. Burada kahve içip etrafı izlemek keyifli oluyor.



Kapalı çarşının çıkışında Sahaflar çarşısı var ama burası bayağı küçük bir yer ve sadece dini kitaplar ile ders kitapları satan sahaflar var. Bu civarda hep giyim mağazaları ve toptancı dükkanları var. Mesela çocuğunu denizci yapmak isteyen anneler için şu mağaza gibi:

Divan Yolundan At meydanına doğru yürürken, İstanbul Türk Ocağı dikkat çekiyor. Buranın içerisinde bazı mezarlar ve II.Mahmut ile II Abdülhamit'in türbesi var. Türk Ocağının burada olmasının sebebi Ziya Gökalp'in mezarının da burada olması olsa gerek. Kabir fotoğrafı çekecekseniz siyah beyaz çekmek  çok daha anlamlı oluyor.Toprağın altında renkler var mıdır acaba.....


Osmanlıda mezar taşlarını kişinin mesleğine uygun yapıyorlar, o yüzden kiminde sarık var kimisinde yelken.Bu bir kaptana ait bir mezar

Padişahların kabirleri türbenin içerisinde




Gülleri görünce dayanamayıp renkli çektim
İstanbul'da mezar ziyareti de yaptıktan sonra son durak Hocapaşa lezzetlerinin keyfini çıkarıp, dönüş yoluna çıkmak. Bu sefer Hocapaşa'da Mehmet Yaşin'in bayıldığı, Vedat Milor'un fevkaladenin fevkinde dediği Rumeli Namlı Köfteci'deyiz. Birer porsiyon köfteyle yetinmeyip ikincilerini alıyoruz. Bu zaten öyle bir köfte ki konuşmak, köfteyi anlatmaya çalışmak saygısızlık olur. Sonrasında gelen irmik helvası da en az köfte kadar güzel. Burası sayesinde yeni bir kişisel menkıbe geliştiriyorum: halim vaktim olduğu sürece yılda bir kez gelip köfte yemek. Böylece hayatta iki kişisel menkıbem oluyor biri uzay yolculuğu yapmak diğeri de köfte yemek. Toplamda değerlendirirsek son derece mütevazi istekleri olan biriyim ben de şu fani halimle.

İşte sonrasında da Ankara'ya dönüyoruz.Bitti bu seri de...

İstanbul Bahar Turu 3

Bugün tarihi yarımadanın dışına çıkıp Emirgan'a gideceğiz.Ama öncesinde Mısır Çarşısına uğruyoruz Kuru kahveci Mehmet Efendi'nin orjinal yerinde kahve çektiriyoruz. (Eve dönüp kahveyi yaptığımızda hazır paketlerinden çok bir farkı olmadığını anlıyoruz ama olsun 2 yıl yetecek kadar kahvemiz var.)
Eminönü meydanına inip Yeni Cami'nin arkasında kahvemizi içip yolculuğa başlıyoruz.Tabi gelmişken Galata Köprüsünden geçmemek olmaz.Köprüde balıkçı sayısı az, seçim havası çok. Bu gezinin zamanlamasından dolayı İstanbul'da seçim havasını her saniye hissediyoruz her yer afiş, bayrak ve bağıran seçim otobüsü dolu. Meğerse biz Ankara'da pek sakin yaşıyormuşuz seçim atmosferini.

Bayraklar ve oltalar isimli fotoğrafım:)
Emirgan'a gitmek için Şişhane'den metroya binip İTÜ Ayazağada iniyoruz, metro çıkışında taksiye binince bizi Emirgan korusunun arka girişinde bırakıyor, böylece trafik falan görmeden buraya gelmeyi başarmış oluyoruz. Koru ile ilgili beklentim erguvan fotoğrafı çekmekti ama yine vaktini kaçımışız. Lalelerden yana zaten umudum yoktu ki gerçekten de her taraf solmuş lale kalıntısı dolu. Ama erguvanları görürüz diye düşünmüştüm onlar da uçup gitmiş bundan sonra ki hedefim seneye nisanda gelmek o lale o erguvan fotoğrafı çekilecekkkkk.
Çiçekler yok koruda ama bol bol piknik yapmaya gelmiş kadın grupları var, çarşaflı...Sultan Ahmette Arap turistlerden alışkındık çarşaflı kadın görmeye ama Emirgan'da görmek şaşırttı biraz beni, yani Elazığ'da bile bu kadar çarşaflı kadını bir arada görmemiştim.
Neyse manzaraya dönersek oturup Boğazı izlemek tarifsiz. Koru'nun tek eksiği oturup bir şeyler yeyip içecek mekan olmaması aslında bir tane var Sarı Köşk, ama o kadar kalabalık ve gürültülüydü ki oturmamayı tercih ettik.


Korudan sahile doğru indik, sahil tarafında girişte ise bu sevimli müzisyenler vardı.

Çayımızı kahvemizi artık sahildeki Sütiş'te içiyoruz. Emirgan sahilini genişletme çalışmaları var o yüzden her taraf iş makinası. Aslında İstanbul'da genel sorun bu, manzara süper, anlamlı, insanı saran cinsten ama şehir hayatı tam bir kaos, oturup o manzaranın tadını çıkarmanıza izin vermiyor hep bir gürültü, etrafta koşuşturma falan siz sakin kalmak isteseniz de sizi sabote ediyor etrafınız.Ya bu durum 15 milyonluk bir şehrin doğal hali ya da biz Ankaralılar fazla romantiğiz.Neyse biz romantikliğe devam edip Yeniköy'e  kadar sahilden yürümeye karar veriyoruz. İstinye'ye varıyoruz. İstanbul'da en sevdiğim yerlerden biri İstinye, hem sahil hem de tam mahalle havasında.

İstinye Marinası mı desek
İstinye'den Yeniköy'e devam ediyoruz.Aslında hedefimiz Yeniköy'de yemek yemekti ama daha vaktin erken olduğuna karar verip bundan sonra spontan takılmaya başlıyoruz. Yeniköy'den Beykoz'a teknelerin çalıştığını görünce Beykoz'a gidip Anadolu'dan Avrupa'ya bakmaya karar veriyoruz. Bu ufak tekneler doldukça kalkıyor,15 dakika kadar bir sürede Beykoz'a varıyoruz. Burası da İstinye gibi, sahil ve mahalle havasında.Oysa ben Beykoz'u Sibel Can'ın yaşadığı Beykoz konaklarından biliyordum:)
Beykoz sahilinde bir iki saat takılıyoruz. Bir tarafta yalılar bir tarafta her an yıkılacakmış gibi duran köhne evler varlar. Karşıda ise İstanbul'un gökdelen silüeti. Biz eski bir teknenin fotoğrafında yaşanmışlığın izini ararken, arkadaki onlarca gökdelen bunun için artık çok geç olduğunu söylüyor.(Ne cümle kurdum be, 2 gün daha İstanbul'da kalsam şair olurdum valla.)

Bir de yalılardan fotoğraf koyalım.

Beykoz'dan dönerken teknede bir grup gün teyzesine rastlıyoruz. Yan yana oturan iki teyze üzerinden iddiaya giriyoruz LKB Panda ile. Bir tanesi döpiyesi, sarı boyalı saçları, takıları, topuklu ayakkabıları ile son derece bakımlı. Panda benim 20 sene sonra bu teyze gibi olacağımı söylüyor.Oysa ben rol model olarak yanındaki kilolu, eşarplı, salaş pantolonu ve gömleğiyle oturan yurdum teyzesini gözüme kestirmiştim:) Bu iddiayı kazanmak beni açımdan çok kolay aynen böyle yemeye devam edersem 20 sene sonra rol modelime kavuşmuş olurum, üstelik Panda'nın iddiayı kaybetmesiyle M&S dan alacağı bir sürü büyük beden kıyafet de yanıma kar.Benimle niye sonucu bu kadar aşikar olan bir iddiaya girdi anlamadım ama yine de hala umut vadediyor olmak güzel:)
Yemek için Yeniköy'de bir yalının alt katında bir mekana geçiyoruz. Circle Kafe. Bomboş olmasından mütevellit deniz kenarındaki masaya oturuyoruz. İddiayı kazanmak için rahat rahat yiyorum:)
Yemekten sonra taksiyle Bebek'e geçiyoruz. Starbucksların şahı olan Bebek Starbucksta günün bütün yorgunluğunu atıyoruz."Rus bandıralı kuru yük gemilerini" sayıyorum. Bence çok sempatikler özellikle kuru yük olanlar. Şimdi kuru yükten kasıt ne tabi bu önemli. Mesela Rusya'ya kayısı ihraç ediyoruz. Kuru kayısı ihraç ediyorsak bu kuru yük oluyor, yaş iken gönderiyorsak yaş yük mü oluyor. Şimdi "oduna bak Bebek sahilinde oturup bunları mı düşündün" diyen dostlarıma demek isterim ki bütün gün deniz kenarındaydım tamam ilk saatlerde Emirgan'da falan ben de "ah martılar ne de güzel uçuşuyor, boğaz köprü ne de güzel bir inci adeta, dalgalar derinlerden bir şeyler fısıldıyor olmalı" diye düşündüm ama bir noktadan sonra işte insanın aklına kuru yük gemileri falan geliyor romantizm de bir yere kadar.
Tamam tamam sustum.Esen kalın.....

İstanbul Bahar Turu 2

Bugünün planı tam bir turist olmak. Dev fotoğraf makinasından papaz eriğe kadar bir turistin sahip olması gereken her şey var çantamızda var, selfie çubuğu bile.Bu arada bu civarda sokakta tezgahlarda en çok satılan şey selfie çubuğu. Bence asrın icadı, yalnız gezgin dostu bu icadı sonuna kadar destekliyorum. İlk durak Ayasofya. Önünde çılgın sıra var ama müze kartlılar için sıra daha insaflı.İçeriye girmemiz göründüğü kadar zor olmuyor.İçeride yine restorasyon var, belki bundan önce 2,3 kez daha gelmiştim buraya hiç restorasyonsuz görmedim çok şükür:)

Yakın zamanda gün yüzüne çıkarılan Serafim meleği


Allah, Hz Muhammed, 4 Halifenin isimlerinin yazdığı büyük hat levhalarından Allah ve Hz Ebubekir yazan levhalar

Ana kısmı dolaştıktan sonra üst kata çıkıyoruz. Ayasofya'nın asıl üst katı etkileyiciymiş meğerse. Burası fotoğraf çekmek için hem daha uygun hem de mozaikler var.Zamanla yapılan çalışmalarla cami olmasıyla sıvanan mozaikler gün yüzüne çıkarılmış.Ne yazık ki bir kısmı ise parça parça çalınarak yurt dışına kaçırılmış. Bu örnekte görüldüğü gibi:



Ayasofya'ya  At Meydanından bakış
Ayasofya'dan çıkınca Caferağa Medrese'sine gidiyoruz. Burası çok sessiz, sakin, nezih bir yer. Ebru, çini gibi Türk sanatları atölyeleri var. Sessizlik ve huzur içinde kahvemizi içiyoruz.Çıkışında Soğukçeşme Sokağına geçiyoruz ama bu sefer sokaktaki tüm evler restorasyonda olduğu için bir şey anlamıyoruz. Oysa çok sevimli bir sokak restorasyon bitince mutlaka görmek lazım.

Caferağa medresesi.İçeride resim atölyesi var.

At Meydanı'na inip Sultan Ahmet'e doğru gidiyoruz. Namaz vakti olduğu için içeri giriş yapılmıyor.


Bu da At Meydanında Sultan Ahmet Cami ve Ayasofya'yı Çeken Adam Fotoğrafı
Sultan Ahmet'ten ilk giriş gerçekten çok etkileyici, büyük avluya açılan ve camiyi bütün görkemiyle gördüğünüz o ilk an:

Namaz vakti bitince ibadet dışı geziler için caminin girişini arkaya yönlendiriyorlar. Buna uyan bir yabancı turistler vardı bir de biz.Giriş için arkadaki sırada fark ettik ki tek Türk biziz sıradaki, meğerse bizimkiler hep içeri ibadet deyip girmişler herhalde.Neyse en saf halimizle "Allah'ın evine" giriyoruz. İçerisi pek kalabalık, ibadet edenlerle, dolaşanlar, fotoğraf çekenlerle vaaz verenler birbirine karışmış durumda.Tabi bir de 

Nolur kesmesinler diye duaya gelen sünnet çocukları
Bu kadar gezince artık yemek zamanı diyoruz. Bu İstanbul gezisinin en büyük keşfi diyebileceğim Hocapaşa Sokağa yürüyoruz.Burası esnaf lokantalarından oluşan küçük bir sokak.Bu yerlere de 15 dakika mesafede yürüyerek. Etraftaki turistlik mekanlarda fahiş fiyatlara kötü yemekler yemektense  biraz yürüyüp enfes lezzetler denemek çok mantıklı geliyor ve hiç pişman olmuyoruz.


Hocapaşa Pidecisinin çıtır pideleri, bunun için bile İstanbul'a gidilir
Burada salaş esnaf lokantaları var küçük mekanlar ama hep dolu olduğu için her şey günlük taze ve çok lezzetli üstelik çok uygun.Yemekten sonra meydana geri dönüyoruz.Bu sefer Yerebatan Sarnıcı için sıraya giriyoruz. Burası belediyeye ait o yüzden müze kart geçerli değil, giriş 10 TL.Sarnıç fotoğraf çekmek için çok hoş bir mekan bunu bilen belediye tripodlu çekim için de ayrı para alıyor bizde zaten tripod yok, 15 saniye sarsılmadan duran eller var:)(Yalan henüz tıp dünyası bunu keşfedemedi, çektiğim 50 fotoğraftan 1,2 tane düzgün çıkan fotoğraf bunun kanıtı olsa gerek)




Sarnıçta dikkat çeken bir noktada yan ve ters duran Medusa başları.Koca bir sarnıcı tepesinde taşıyan o zavallı Medusa başları.

Sarnıçtan sonra Türk İslam Eserleri Müzesine gidiyoruz. Burası Dikilitaş'ın hemen sağında kalıyor. Müze çok güzel. Bina İbrahim Paşa'nın sarayıymış vaktinde, evet Süleyman'ın boğdurduğu zavallı Pargalı İbrahim'in. İçeride İslam coğrafyasından eserler var. En dikkat çekenler ise el yazması Kuran'lar, kitaplar, halı koleksiyonu. Hz.Muhammed'in sakal örneğini, ayak izini, Kabe örtüsünü de görebiliyorsunuz, bu kısmı gördükten sonra Topkapı'da kutsal emanetler dairesine gitmeye gerek kalmıyor.
Hz.Muhammed'in ayak izi

İlk Kuran sayfaları

Tezhip örneği

El yazması Kuran

Khaalesinin sarayında sıradan bir gün
Müzenin en güzel yeri ise avlusu, sakin ve serin. Oturup mola veriyoruz, nihayet erikleri yiyorum. Buradan hem Dikilitaş hem de bir minaresi restorasyonda olan Sultan Ahmet Cami:


Müzenin avlusu
Akşam yemeğinde yine Karaköy'deyiz, bu sefer Fransız geçidi denilen dar bir sokakta, bir şarap evindeyiz,Bej. Böyle bohem bir ortamda içgüdülerime hakim olup yemeğe saldırmıyorum kibar kibar şu aşağıdakiyle yetiniyorum.

Tabi sonrasında bu yediğimi eritmem gerekiyor sonuçta ot, bünyede kalırsa mazallah löp löp yağ olur diye bir boy İstiklal'de yürüyoruz, Galata Kulesine bir selam verip Yüksek Kaldırımdan aşağıya salıyoruz, öyle işte. Burada Galata Kulesinin yanında merdivenlerde bir açık hava barı oluşmuş adete, birasını kapan gelmiş,merdivenlere dizilmiş.Pek de güzel olmuş.

4 Haziran 2015 Perşembe

2.Geleneksel İstanbul Bahar Turu 1

Geçen mayıs Anadolu yakasında takılmış, emekli olunca Moda'ya yerleşmeye karar vermiştik.Bu sene madem durum bu, emekliliğimizi geçireceğimiz şehri daha iyi tanıyalım deyip İstanbul'u turist gibi gezmeye karar verdik ve rotayı Tarihi Yarımada'ya çevirdik. İsabet oldu malum buralar İstanbul'un en kalabalık, keşmekeş yerlerinden, emeklilikte gezmek zor olurdu, biz şimdiden gezip emeklilikte karşıdan izlemeyi planladık. 
Bunun için bu civardan bir otel ayırttık. Raymond Otel, her ne kadar ismi ortama uymasa da, otelden memnun kaldık, hem gezdiğimiz hem de yeyip içtiğimiz yerlere çok yakındı, her yeri yürüyerek halletmiş olduk.
Sabiha Gökçen'den  gelişi  Havaşla Taksime, oradan finükülerle Kabataş'a, Kabataş'tan tramvayla Gülhane'ye şeklinde yaptık. Böylece trafikle uğraşmadan yerin kırk kat altından ulaşmış olduk.Tabi bir Ankaralı olarak İstanbul metrosunun ne kadar derinde olduğuna şaşıp yürüyen merdivenlerinin çalışır olmasını da takdir etmekten geri kalmadık.Sonuçta biz Ankaralılar için çalışır yürüyen merdivenler nadir görülen bir durum.
Gezinin ilk durağı Topkapı Sarayı. Burası malum çok büyük, bir günde gezmek bile mümkün olmayabilir.Daha önce Hazine kısmını gördüğümüz için bu sefer Harem'e gidiyoruz.Müze kart ile giriş Topkapı Sarayına ücretsiz. Ama Harem kısmı için müze kart geçerli değil ve 15 TL ödemek durumundasınız.
Harem kısmını dolaşmak 2,3 saat alıyor, sonuçta koridorlarda dolaşıp aaa Hürrem 15. bölümde şu koridorda bayılmıştı, aaa 36. bölümde Hürrem has odaya şuradan gizlice girmişti; 62. bölümde cariyeler koğuşunda şuradan hava atmıştı; Valide sultana burada kafa tutmuştu diye düşüneceksiniz, çok doğal. Lakin şöyle bir sıkıntı var hem haremde hem de genel olarak Topkapı sarayında haritalandırma ve bilgilendirme çok kötü. Haremde bir yerlerde geziyorsunuz ama neresi olduğunu anlamıyorsunuz.Saraya girişte harita istemiştik ancak audio guide alırsak verebileceklerini söylemişlerdi.Oysa bir müzenin girişinde müzenin planını almaktan daha doğal ne olabilir. İlber Hoca bre cahil demeyecekse eğer kendisinden bu olaya bir el atmasını rica edeceğim.

Sultanın kabul odası

Haremin en etkileyici kısmı harika çinilerle kaplı olması.Gerçekten çini sanatının en güzel örneklerini burada görebilirsiniz.Onun dışında odalar çoğunlukla boş.Aslında harem yaşantısı bir şekilde bu odalarda canlandırılsa ne kadar hoş olur diye düşündüm.Hadi biz gözümüzün önüne Hürrem'i falan getiriyoruz da zavallı batılı turistler nasıl anlayacaklar o dönemi.
Haremin çıkışında Bağdat ve Revan Köşklerinin bulunduğu avluya çıkıyoruz. Buradan Galata Kulesini ve Haliç manzarasını izleyebilirsiniz.

Daha sonra orta avluya dönüp Divanı Hümayun'ü gezdik. Eğer bulabilseydik Kutsal Emanetler dairesini de gezecektik lakin bulamadık, demek istediğim işte tam da bu:)
Neyse bahçede biraz dinlendikten sonra Aya İrini'ye girdik. Burada da müze kart geçmiyor ve giriş 20TL. Üst katlara giriş izni yoktu sadece giriş salonunu görünce çok bir şey ifade etmedi bize. Belki de gerçekten bir konser bahanesiyle gitmek daha iyi olabilir, bu haliyle pek bakımsız gözüküyordu.

Sonraki durak Arkeoloji Müzeleri daha doğrusu Arkeoloji Müzesi, Çinili Köşk ve Eski Şark eserleri Müzesinden oluşan kompleks.Burası gerçekten güzel, sakin, dinlendirici bir köşe hele Topkapı'nın keşmekeşinden sonra bir huzur vahası.Ve müze kart geçerli:)
Arkeoloji Müzesinin binası çok güzel, bahçesinde ise heykeller falan var Avrupai bir havası var binanın. Tabi bütün gittiğimiz ve gideceğimiz yerler gibi onun da bir kısmı restorasyonda.İçeride heykeller, lahitler ve İstanbul çevresinde kazılardan çıkarılan eserler var.Benim en dikkatimi çeken şey Hititlerin günlük hayatlarına dair sözleşmeler, mektuplar,yazılar şu aşağıdaki gibi:

Müzenin yan tarafında bir giriş daha var, burada da daha çok lahitler var. Burası kalıcı mı yoksa restorasyon sebebiyle mi bu kısma taşınmış anlayamıyorum ama hoş bir yer.

Yandaki Çinili Köşk, Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılmış .Duvarlardaki çini örnekleri nefis.Benzerlerini Topkapı'da da görebiliyorsunuz ama burada daha sakin gezebiliyorsunuz.
Müzelerin üçüncü durağı Şark Eserleri Müzesi. Burada artık yorgunluktan ölmek üzere olduğum için hatırladığım tek şey Kadeş Anlaşmasının Akadça versiyonu.

Müzenin internet sayfasını da çok beğendiğimi söylemeden geçmeyeceğim. Topkapı'ya o kadar laf ettikten sonra güzel olan şeyleri de takdir ettiğimi belirtmek istiyorum:) Bakın inceleyin:http://www.istanbularkeoloji.gov.tr/anasayfa

Gezinin geri kalanını hatırlamıyorum o kadar yorulmuşum ki gözümü bir açtım Gülhane parkındayım "ne kimse benim farkımda ne de polis farkında". Zar zor bir kafeye (Kandil Kafe) kendimizi atıp bir kahve içiyoruz, havada kuşlar dans ediyor, serin bir rüzgar esiyor falan da kendime geliyorum.(Normal hayatta biraz odun biri olsam da bakın yazarken nasıl romantik birine dönüşüyorum, biraz daha yazsam şair olup çıkarım valla.)

Akşam yemekleri için hedefimiz Karaköy'ü keşfetmek. Malum İstanbul her sene bir başka semtini, sokağını falan allayıp pullayıp bohem gençliğin hizmetine sunuyor. Son yıllarda Karaköy de buna örnek. Birkaç sokaktan oluşan bu bölge tarz kafeleri, kafe önlerinde duran süper lüks arabaları ve kafası karışık, derin derin hayatı sorgulayan gençleriyle çok revaşta.Yemek için Tükkan adlı mekana oturuyoruz. Fena değil mekan. Ankara'daki emsallerine göre pahalı tabi. Ben tabi uzun uzun milleti süzüyorum, konuşmaları dinliyorum, mekanı inceliyorum. Böylece Ankara kafeleriyle İstanbul kafelerini, Ankara insanıyla İstanbul insanını kıyaslayacak malzeme topluyorum.Sonuçta kıyaslamak benim işim.
Kahve içmek için de Ops, Karabatak gibi hoş görünümlü mekanlar var ama sonuçta biz bozkırın ortasından gelen insanlarız ne kadar çok deniz görsek kar deyip sahilde oturup şu manzarayı izleyerek kahvemizi içmeyi tercih ediyoruz. Bir sokak ötede bir kadın ve bir erkek hayata dair derin analizlerine devam ediyor, ben Yeni Cami'nin ışıklarına dalıyorum.Sultan Ahmet'ten ezan sesi Yeni Cami'dekine karışıyor. Hemen Ankara müezzinleriyle İstanbul müezzinlerini kıyaslıyorum.Kıyaslamadan duramıyorum.


29 Nisan 2015 Çarşamba

Bir Beyaz Yakalı Klasiği: Amasra- Safranbolu

Efendim beyaz yakalı olmanın da kendine has zorlukları, zorunlulukları var. Kışın kayağa gitmek, yazın Alaçatı'ya gitmek, akşam üstü iş çıkışı bir drink almak, spor salonuna yıllık üyelik yaptırmak, şehre gelen bütün havalı gösterileri takip etmek  ya da 3,4 günlük bir tatilde hemen yurt dışı kaçamağı yapmak gibi.Çok şükür biz de beyaz yakalı olarak elimizden geldiğince bu işin gerekliliklerini yapıyoruz lakin nihayetinde maaşla çalışan insanlarız, harca harca bir yere kadar.Yılın ilk bir kaç ayından sonra Alaçatı yerini kayınpederin yazlığına, akşam üstü drinki yerini Sturbuckta buluşmaya, yurt dışı kaçamağı da yerini "hadi bu civarda bir yerlere gidelim"e bırakıyor:) Gittiğimiz yer Tibet'te trekking yerine Amasra'da balık yemek olsa da beyaz yakalılığın temel gerekliliklerinden vazgeçmiyor, evimizde oturmuyoruz.
Gidiş yolu için tercihimiz Karabük- Safranbolu güzergahı.Yol 4 saat kadar sürüyor. Sabah erken çıkarsanız öğleden önce Safranbolu'ya ulaşabiliyorsunuz ki bu hayati önem taşıyor.Çünkü öğlen 12, 1 gibi tur otobüsleri geliyor ve bu şirin kasaba acaip kalabalıklaşıyor.Neyse ki sokaklarda devamlı lokum ikram ediyorlar da dolaşmak keyifli oluyor.

Fotoğrafçı ruhum açığa çıkıyor, eski püskü ne varsa çekmeye başlıyorum

Bir fotoğrafçı için vazgeçilmez kare: çalışan usta


Ara sokaklar

Bir şeyler atıştırmak için dekorasyonu çok güzel olan bir kafeye oturuyoruz lokumcu aynı zamanda. Kötüleyeceğim için isim vermiyorum. Safranbolu'nun özel ıspanaklı bükmesinden alıyoruz. Ama küçük yerlerin turizmle karşılaştıktan sonra yaşadıkları bir erozyon var: özensizlik.Gelen şey buz gibi ve bayat, üstelik mekanda bizden başka müşteri de yok yani kalabalıktan kaynadık deme şansımız da kalmıyor.Küçük şehrin esnafı turist nasılsa geliyor deyip galiba bir rehavete kapılıyor.Bundan olsa gerek bir noktadan sonra bir gelişme kaydedemiyorlar. Aynı şey Amasra için de geçerli. Buraları belki 4,5 kez ziyaret ettim hep aynı noktadalar.Hele kalabalık müşteri grubu ağırlıyorlarsa hizmet kalitesi iyice düşüyor.Oysa yıllardır yapıyorsun bu işi bir düzene koy artık. Neyse lokumları falan alıp yola çıkıyoruz. Biz çıkarken yeni gelen en az 4,5 tur otobüsü görüp doğru zamanlama diyoruz.

karadenizliler herşeyi kapalı yapıyorlar, gözlemeyi bile

Karabük-Bartın arası yolun bir kısmı dağlık ve virajlı ama tabiatın çok güzel olması, yeşilin arasına serpiştirilmiş küçük evler falan yolu katlanılabilir kılıyor.Virajlardan sonraki kısım ise çok keyifli, iki taraftan ağaçların yukarıda birleşip yolun üstünü kapattığı çok güzel bir yol. Amasra'ya giriş yolunun yenilenmesi sebebiyle teyzelerin meyve falan sattığı seyir tepesi yok olmuş ama yol bayağı rahatlamış. Işıkaltın Otel'de kalıyoruz. Bu manzaralı odaya başka bir yerde 5 katı fiyat ödeyeceğimden odanın kıymetini bilip sık sık pencere önünde oturup dışarıyı seyrediyorum.

Resim yazısı ekle


Amasra'da yapılacaklar Büyük Liman'da mendireğin üstünde yürümek, küplerde oturup açık denizi seyretmek, karşıdan Ukranya'nın dağlarını gördüğünü sanmak, plajda denize ayağını sokup yılın ilk tatilde ayak fotoğrafını çektirmek.Sonra Küçük Liman tarafına geçip güzel bir manzaraya karşı kahve yudumlamak, Ağlayan Agaç çay bahçesine çıkmak (çok çoluk çocuk dolu) bir de Kale'nin surlarında dolaşmak.Bütün bunları akşam yemeğine kadar yapabiliyorsunuz zaten.
.
Fincanlar annemizin çeyizlerinden, her evde olan cinsten:)


Resim yazısı ekle



Akşam yemeğini Mustafa Amcanın Yerinde yiyoruz. Barbun olmaması ve hamsinin bayat olmasıyla hayal kırıklığı yaşıyoruz ama salata ve manda yoğurdu yeter. Ertesi gün ise balık konusunu Çeşmi Cihanda yediğimiz barbun ve mezgit telafi ediyor. Bu arada Amasra'dan ayrılmadan önce bir öğlen balık sefası yapayım diyorsanız bunu 1 den 2 den önce yapın zira 1,5 gibi gibi mekanlara turlar doluşmaya başlıyor.Neyse ki biz tur gelip mekanı doldurmadan önce yemeğimizi bitirmiş oluyoruz.
Dönüş yolunda Devrek-Mengen yolunu kullanıyoruz.Bu yol diğerine göre çok daha rahat, virajlı değil. Böylece görevini ihya eden beyaz yakalılar olarak eve huzur içinde dönüyoruz ve hemen bir sonraki rotayı planlamaya başlıyoruz.

Ben yoğurdun kalıp gibi olanını severim

İşte bir efsane