Geçen mayıs Anadolu yakasında takılmış, emekli olunca Moda'ya yerleşmeye karar vermiştik.Bu sene madem durum bu, emekliliğimizi geçireceğimiz şehri daha iyi tanıyalım deyip İstanbul'u turist gibi gezmeye karar verdik ve rotayı Tarihi Yarımada'ya çevirdik. İsabet oldu malum buralar İstanbul'un en kalabalık, keşmekeş yerlerinden, emeklilikte gezmek zor olurdu, biz şimdiden gezip emeklilikte karşıdan izlemeyi planladık.
Bunun için bu civardan bir otel ayırttık. Raymond Otel, her ne kadar ismi ortama uymasa da, otelden memnun kaldık, hem gezdiğimiz hem de yeyip içtiğimiz yerlere çok yakındı, her yeri yürüyerek halletmiş olduk.
Sabiha Gökçen'den gelişi Havaşla Taksime, oradan finükülerle Kabataş'a, Kabataş'tan tramvayla Gülhane'ye şeklinde yaptık. Böylece trafikle uğraşmadan yerin kırk kat altından ulaşmış olduk.Tabi bir Ankaralı olarak İstanbul metrosunun ne kadar derinde olduğuna şaşıp yürüyen merdivenlerinin çalışır olmasını da takdir etmekten geri kalmadık.Sonuçta biz Ankaralılar için çalışır yürüyen merdivenler nadir görülen bir durum.
Gezinin ilk durağı Topkapı Sarayı. Burası malum çok büyük, bir günde gezmek bile mümkün olmayabilir.Daha önce Hazine kısmını gördüğümüz için bu sefer Harem'e gidiyoruz.Müze kart ile giriş Topkapı Sarayına ücretsiz. Ama Harem kısmı için müze kart geçerli değil ve 15 TL ödemek durumundasınız.
Harem kısmını dolaşmak 2,3 saat alıyor, sonuçta koridorlarda dolaşıp aaa Hürrem 15. bölümde şu koridorda bayılmıştı, aaa 36. bölümde Hürrem has odaya şuradan gizlice girmişti; 62. bölümde cariyeler koğuşunda şuradan hava atmıştı; Valide sultana burada kafa tutmuştu diye düşüneceksiniz, çok doğal. Lakin şöyle bir sıkıntı var hem haremde hem de genel olarak Topkapı sarayında haritalandırma ve bilgilendirme çok kötü. Haremde bir yerlerde geziyorsunuz ama neresi olduğunu anlamıyorsunuz.Saraya girişte harita istemiştik ancak audio guide alırsak verebileceklerini söylemişlerdi.Oysa bir müzenin girişinde müzenin planını almaktan daha doğal ne olabilir. İlber Hoca bre cahil demeyecekse eğer kendisinden bu olaya bir el atmasını rica edeceğim.
|
Sultanın kabul odası |
Haremin en etkileyici kısmı harika çinilerle kaplı olması.Gerçekten çini sanatının en güzel örneklerini burada görebilirsiniz.Onun dışında odalar çoğunlukla boş.Aslında harem yaşantısı bir şekilde bu odalarda canlandırılsa ne kadar hoş olur diye düşündüm.Hadi biz gözümüzün önüne Hürrem'i falan getiriyoruz da zavallı batılı turistler nasıl anlayacaklar o dönemi.
Haremin çıkışında Bağdat ve Revan Köşklerinin bulunduğu avluya çıkıyoruz. Buradan Galata Kulesini ve Haliç manzarasını izleyebilirsiniz.
Daha sonra orta avluya dönüp Divanı Hümayun'ü gezdik. Eğer bulabilseydik Kutsal Emanetler dairesini de gezecektik lakin bulamadık, demek istediğim işte tam da bu:)
Neyse bahçede biraz dinlendikten sonra Aya İrini'ye girdik. Burada da müze kart geçmiyor ve giriş 20TL. Üst katlara giriş izni yoktu sadece giriş salonunu görünce çok bir şey ifade etmedi bize. Belki de gerçekten bir konser bahanesiyle gitmek daha iyi olabilir, bu haliyle pek bakımsız gözüküyordu.
Sonraki durak Arkeoloji Müzeleri daha doğrusu Arkeoloji Müzesi, Çinili Köşk ve Eski Şark eserleri Müzesinden oluşan kompleks.Burası gerçekten güzel, sakin, dinlendirici bir köşe hele Topkapı'nın keşmekeşinden sonra bir huzur vahası.Ve müze kart geçerli:)
Arkeoloji Müzesinin binası çok güzel, bahçesinde ise heykeller falan var Avrupai bir havası var binanın. Tabi bütün gittiğimiz ve gideceğimiz yerler gibi onun da bir kısmı restorasyonda.İçeride heykeller, lahitler ve İstanbul çevresinde kazılardan çıkarılan eserler var.Benim en dikkatimi çeken şey Hititlerin günlük hayatlarına dair sözleşmeler, mektuplar,yazılar şu aşağıdaki gibi:
Müzenin yan tarafında bir giriş daha var, burada da daha çok lahitler var. Burası kalıcı mı yoksa restorasyon sebebiyle mi bu kısma taşınmış anlayamıyorum ama hoş bir yer.
Yandaki Çinili Köşk, Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılmış .Duvarlardaki çini örnekleri nefis.Benzerlerini Topkapı'da da görebiliyorsunuz ama burada daha sakin gezebiliyorsunuz.
Müzelerin üçüncü durağı Şark Eserleri Müzesi. Burada artık yorgunluktan ölmek üzere olduğum için hatırladığım tek şey Kadeş Anlaşmasının Akadça versiyonu.
Müzenin internet sayfasını da çok beğendiğimi söylemeden geçmeyeceğim. Topkapı'ya o kadar laf ettikten sonra güzel olan şeyleri de takdir ettiğimi belirtmek istiyorum:) Bakın inceleyin:
http://www.istanbularkeoloji.gov.tr/anasayfa
Gezinin geri kalanını hatırlamıyorum o kadar yorulmuşum ki gözümü bir açtım Gülhane parkındayım "ne kimse benim farkımda ne de polis farkında". Zar zor bir kafeye (Kandil Kafe) kendimizi atıp bir kahve içiyoruz, havada kuşlar dans ediyor, serin bir rüzgar esiyor falan da kendime geliyorum.(Normal hayatta biraz odun biri olsam da bakın yazarken nasıl romantik birine dönüşüyorum, biraz daha yazsam şair olup çıkarım valla.)
Akşam yemekleri için hedefimiz Karaköy'ü keşfetmek. Malum İstanbul her sene bir başka semtini, sokağını falan allayıp pullayıp bohem gençliğin hizmetine sunuyor. Son yıllarda Karaköy de buna örnek. Birkaç sokaktan oluşan bu bölge tarz kafeleri, kafe önlerinde duran süper lüks arabaları ve kafası karışık, derin derin hayatı sorgulayan gençleriyle çok revaşta.Yemek için Tükkan adlı mekana oturuyoruz. Fena değil mekan. Ankara'daki emsallerine göre pahalı tabi. Ben tabi uzun uzun milleti süzüyorum, konuşmaları dinliyorum, mekanı inceliyorum. Böylece Ankara kafeleriyle İstanbul kafelerini, Ankara insanıyla İstanbul insanını kıyaslayacak malzeme topluyorum.Sonuçta kıyaslamak benim işim.
Kahve içmek için de Ops, Karabatak gibi hoş görünümlü mekanlar var ama sonuçta biz bozkırın ortasından gelen insanlarız ne kadar çok deniz görsek kar deyip sahilde oturup şu manzarayı izleyerek kahvemizi içmeyi tercih ediyoruz. Bir sokak ötede bir kadın ve bir erkek hayata dair derin analizlerine devam ediyor, ben Yeni Cami'nin ışıklarına dalıyorum.Sultan Ahmet'ten ezan sesi Yeni Cami'dekine karışıyor. Hemen Ankara müezzinleriyle İstanbul müezzinlerini kıyaslıyorum.Kıyaslamadan duramıyorum.