31 Aralık 2014 Çarşamba

Metal Müziğe Giriş 101

2014 'ün son müzik gecesinin konusu "hayatta dinlemeyeceğim bir arabesk bir metal" dediğim metal müzik. Lakin hayat acımasız, büyük laflar etmeyi seven beni, sabahın 10'nunda üzerinde kuru kafadır yok saçılmış kanlardır falan en korkuncundan thsirt almak için yollara düşürdü.Eskiden karanfilde tezgahlarda satılan bu dark side thsirtler şimdi Gama İşhanında dükkanlarda satılıyormuş.Buarada metal dünyasını da tebrik etmek lazım kendilerine has dükkanları var ister thsirt al ister kurukafalı takı falan.Sizi daha karanlık gösterecek her türlü mühimat var burada.Neyse ben sabahın 10'unda mekana kırmızı paltosu, fönlü saçlarıyla ve en önemlisi konu hakkındaki cahilliğiyle gidip, görüntüsü en korkuncundan 2 thsirt alıp çıktım.Siyah oje almayı da ihmal etmedim.Efendim napalım bir plaza kadını metal olayına ancak bu şekilde yaklaşabiliyor.

Aynı gün içinde aldığım 2 parça metale bakış açımı sergiliyor olsa gerek
Gecemiz benim Megadeth Labirentin Kapısında Bekleyen Pandanın Pantera thsirtlerimizi giymemizle başladı.Sağolsun Panda beni düşünerek listeyi kısa tutmuş.En güzeli saç sallayan pasaklı metalcilere bayıldığım için videolu olması.

listemizde ilk numara Iron Maiden-The Trooper


Iron Maiden  İngiliz bir grup.Bu İngilizler müzikte gerçekte iyi savını doğrular nitelikte.Steve Harris basçıları, 1970lerde kuruyor grubu.70ler ve 80 lerde metalin zirve yıllarında Iron Maiden de bu yükselişte önemli rol alıyor.Metal nedir bilmezken sevdiğim tek metal parça olan Fear of the Dark bu gruba ait olduğu için seviyorum galiba ben bu adamları:)

2)Slayer- Dead Skin Mask
Slayer'ı özellikle talep ettim gerek korkunç klipleri olsun, gerek sokakta buldukları köpekleri sahiplenmeleri olsun, gerek Thrash metalin öncülerinden olmaları olsun, metal gecesinde olmamaları düşünülemezdi zaten.Adamlar sert konulara değiniyorlar, bu dünyaya biraz kıllar ama müziklerinde melodi var bu yüzden daha dinlenebilirler benim açımdan, en azından birkaç dakika:)


3)System of a Down-Chop Suey
Bu elemanlar Ermeni asıllı Amerikalı bir grup.Şarkılarını ilk dinlediğimde aaa ne güzel başlıyor dedim doğulu olduklarını belli eden hoş bir rock girişti ama sonra kopuk kopuk devam etti ben pek sevmedim neyse onlar da beni sevmiyorlarmış zaten.


4)Korn- Freak on a Leash
1993 te kurulan Amerikalı bir grup.90 lı yıllar, metalin dönüşüm yılları.Metal gruplar çoğunlukla farklı müzik türlerinden örnekleri metal müziğe adapte etmeye başlıyorlar. Korn da böyle bir grup rap müzik ögeleri kendini hissettiriyor.Yani bence bu metal değil ama hadi neyse:) Evet önce kim afaroz edecek beni....

5)Pantera-Cemetery Gates
İşte metal budur dedim dinlerken. 1980lerin başında kardeşiyle birlikte grubu Dimebag Darrell kuruyor. Kendisini sakalındaki kızıl boyadan tanıyabilirdiniz eğer bir Pantera hayranı grubun dağılmasından sorumlu tutup bir konser sırasında Darrell'i öldürmemiş olsaydı. Biz  hala anısını evde yün bebeğimizde yaşatıyoruz.


6)Megadeth-A Tout Le Monde
Yine bir thrash metal grubu.Bu arkadaşlar da 80lerde kurulup 2000lerde dağılıyor.Sonra tekrar toparlamaya çalışıyorlar falan.
Bu şarkının nakaratı Fransızca.Adam belki içine edeyim bu dünyanın diyor ama Fransızca olunca aşk şiiri okuyomuş gibi oluyor naparsın işte:)


7)Metallica-One
Grammy ödüllü metal grubu.Adamların müzik iyi de tipler biraz fazla efendi değil mi. James Hetfield'e bakıyorum Bon Jovi'nin dövmelisi gibi:)Yani bi uzat saçını bi bitlen bir kere sahnede giyinik olma yani siyah da olsa metalci adam thsirt giymez.Yani benim metal dünyasından anladığım bu...

8) Black Sabbath-Paranoid Performance
İşte herşeyi başlatan çocuklar.1969'da birkaç İngiliz genç ya bu rocktan fenalık geldi deyip heavy metal olayını başlatmışlar.Grubun en unutulmaz adamı Ozzy Osbourne.Paranoid albümü için heavy metalin ilk albümü deniyor.


Son notlar:

  • Benim anladığım bu adamlar huysuz bir kere.Bir grup kuruyorlar 2 yıla dağılıyor dağılmasa bile gitaristle davulcu bir oluyor bascıyı atıyor.Davulcu kendini uyuşturucuya veriyor gitarist bu sefer onu atıyor.Davulcu gitaristin arkasından konuşuyor hayranlarından biri gelip solisti vuruyor falan.Son derece alengirli olaylar olaylar....Başlayıp da başladığı gibi devam eden bir grup yok habire adam değişiyor oysa bakın MFÖ öyle mi adamlar 30 yıldır beraberler...
  • 2000lere kadar metal müzikte güzelim gitar soloları, melodik yapılar falan hakim ama sonra ne oluyorsa müzikal açıdan tek düzeliğe geçiyorlar basıyorlar distortion ı gençlik kafayı sallaya sallaya dinliyor, müzik açısından zayıflıyor anca boyuna gürültü....
  • Konular malum uyuşturucu,kötülük, iyilik,meçhul karanlıklar, satanizm falan:)
  • Ben ne anladım bu metal işinden kısmına gelirsek bir kere ben thrash metalciyim.Abi yapacaksan adam gibi metal yap öyle farklı şeyler deneyecem diye getirip bozma bu müziği.Sonuçta ben dinlerken ayağım rap yapmaya değil pogo yapmaya gitmeli değil mi."Popçular dışarı" lütfen. Hoş onlar da ayrıldı bu lafın anlamı da kalmadı ya neyse.

17 Aralık 2014 Çarşamba

Geç Kalmış Sonbahar

Aslında geç kalan sonbahar değil benim sonbahar yazım.Her bloggerın zaman zaman içine düştüğü hayatın çetrefiline kendini kaptırma ve blogu ihmal etme sendromuna bir süre için ben de kapılmış bulunuyorum.Bir haftasonu etkinliği olarak zaman zaman girdiğim Yabancı Dil Sınavında (YDS) yer alan bir paragrafta bahsedildiği gibi deneyim satın almak yerine banyo yaptırmayı tercih ettiğim için bir süredir feleğim şaşmıştı.Neyse ki bu debdebeli dönemde sonbaharın o harika renklerini Yedigöller'de görme ve fotoğraflama imkanı bulabildim.
Yedigöller gezisi için geceden yola çıktık eğer amaç fotoğraf çekmek ise (ki Yedigöllere gelen her 100 kişiden 99 u bu amaç doğrultusunda geliyor diğer 1 kişi de turların otobüs şoförleri) sabah çok erken vakitte orada olmanın faydası var çünkü öğlen 3 gibi çukurda kalmanın da etkisiyle ışık iyice azalmış oluyor. Hava aydınlanmadan fotoğraf çekimine başlıyoruz.Saat 10 gibi falan Yedigöller, İstinye Park ile yarışır popülerliğe ulaşıyor. Adım başı kurulmuş olan çadırların da uyanması ile kadrajlara giren istenmeyen görüntülerdehızlı bir artış oluyor.Hatta öğleden sonra trafiğin tıkanmasına, korna seslerine falan da şahit oluyoruz. Bunca olumsuz şeyi niye yazdım niyetiniz ciddiyse pazar günü gitmeyin fotoğraf çekmeye.Hafta içi gidin manzaranın tadını çıkarın diye.

Neyse efendim biz olaya yukarıdan başlıyoruz. Ana kamp ve piknik alanlarının yukarısında , ki buraya taşıtlarla gitmekte fayda var, Nazlıgöl ve Sazlıgöl var. Sazlıgöl ile İncegöl bitişik her ikisi de fotoğraf açısından  güzel kareler sunuyor.


İncegöl

Sazlıgöl'ün yosunları


Yolun karşı tarafında ise Nazlıgöl ve Kurugöl var. Nazlıgöl epeyce büyük diğerlerine kıyasla. Kurugöl ise gerçekten kuru. 


Kurugölün illa sayıyı yediye tamamlansın diye uydurulmuş olduğunu düşünmekte haksız mıyım?

Nazlıgöl


Buradan iç taraflara doğru gidilince şelaleye ulaşılıyor ki fotoğrafçılar için ayrı sempatik bir nokta. Malum blur etkisi yaratmak şelale fotoğraflarının olmazsa olmazı.Yavaş enstantene değeri kullanarak hareketi fotoğrafa katma ve hızlı enstantene değeri kullanarak hareketi dondurma fotoğrafları çekmek için uygun pratik yapma alanı burası. Bu da benim pek de matah olmayan denemem.

Buradan yine kaybola kaybola (bu lafın gelişi yoksa tabelandırması gayet yeterli Yedigöllerin) Deringöl'e varıyoruz.Sayının 3 ten fazla olduğu şeylerde favori/sağ kol/mutlak tercih/best one/ the most falan belirlemeden duramayan bir millet olduğumuz için, Yedi göl içinde favorim olarak Deringöl'ü seçiyorum.



Havalı mobilya markalarının konsept diye salonlarımıza kazandırdığı kütüklerden birinin üzerine çöküp kahvemi yudumlayarak derin derin Deringöl'e bakıyorum.Gözlerimden iki damla yaş süzülüyor. O sırada mangallardan dumanlar yükseliyor, tuvalet sırası hızla artıyor. Bir çocuk avaz avaz ağlıyor. Bir genç bağırıyor "La İsmet şu masa boşaldı koş la".Kamp alanının olduğu yerde yapılan düğünden davul zurna sesi geliyor. (Düğün kısmı gerçek, dış mekan çekimi yapmakla kalmayan çiftimiz mahalleden eş dost akraba kimi buldularsa toplamış gelmişler, gelmişken de oynayalım bari demişler, ayrıca gelinimizi gelinlik altına giydiği pembe eşofman ve spor ayakkabıdan dolayı kutluyorum, seviyorum bu memleketin renkli ve cesur kadınlarını).





Gidip düğüne de katıldıktan sonra Büyükgöl'e geçiyoruz. Sisli görüntüsüyle burası da fotoğrafçıları cezbediyor.Özellikle göle uzanan seyir alanı fotoğrafları, es geçilemez kareler. Bu arada bu seyir alanlarının birinden akordeon sesi ve Çerkez müziği yükseliyor.Hemen bitişik göle, Seringöl'e, geçip göl turunu tamamlıyoruz.

Müziğin keyfi

Ynasıma fotoğrafından bıktırmak insanı


Seringöl'e doğru


Gezinin son durağı Yedigöllerin çıkışındaki Manzara Terası ve biraz daha yukarıda olan Kapankaya Seyir Terası. Kapankaya için biraz merdiven ve yokuş çıkmak gerekiyor ama buraya kadar gelmişken çıkın ve sonbaharın renklerine bir bütün olarak bakın. Bu tepeden göllerin birkaçını da kuş bakışı görebiliyorsunuz.





Son Laflar:
  • Ekim sonu kasım başı dönem Yedigöller için sonbahar manzarasını yakalamak açısından en uygun dönem
  • Öyle ki deklanşöre yanlışlıkla bassanız bile havada düşen yaprak fotoğrafı çekme ihtimaliniz oldukça yüksek
  • Tabi hafta içi gitmek ve sakin bir zaman denk gelmek koşuluyla.
Son bir iki fotoğraf:


Ehlikeyf olmak budur:çadırını kurup bu renklere uyanmak

24 Temmuz 2014 Perşembe

Prag 3

Prag'da son günümüzde inanılmaz bir şey oluyor: Hava hem güneşli hem sıcak.Bugün rotamızda Petrin Tepesi var.Teleferik ile tepeye çıkmak bir alternatif tabii önünde oluşan devasa sıra olmasa.Mecburen yürümeyi tercih edenler için ise yol keyifli, manzaranın tadını çıkara çıkara çıkın tepeye.Tepede gözetleme kulesi var, Eyfel'in taklidi bu kule, onun üçte biri kadar.Kulenin tepesine çıkış imkanı var ama biz çimlerde yatmayı tercih ediyoruz.Burada midilliler var, gül bahçeleri, var ailelerin huzurla vakit geçireceği bir yer.Çok fazla restaurant yok. Prag manzarasına karşı oturup bira yudumlamak keyifli.

Tam ortadaki yamuk iki binaya "Dans Eden Binalar" diyorlar






Çakma Eyfel

Tepeden inişte John Lennon Duvarı'na uğruyoruz, gençlik burada çiçek çiçek takılıyor.



Karel Köprüsünün yukarısına doğru nehir kenarında yürüyünce başka köprüler geçip ufak bir adacığa geliyoruz.Burası gün batımını izlemek için güzel bir nokta.Akşam üstü adanın kenarında bir çok fotoğrafçı konuşlanıyor gün batımı Karel Köprüsü ve Prag kalesi manzarası çekmek için.Rekabet içeren bir durum olduğu için erkenden gelip iyi bir yer kapmak lazım:)

Prag için düğün vakti, turistlerden de Prag'ta evlenen çok, Karel'de aynı anda 3,5 gelin görebilirsiniz.



Akşam gittiğimiz mekan U Fleku.Burası turistik bir mekan belki 3,4 ayrı salonu ve bahçesi var.Geleneksel bir tarzda,yerel kıyafetli amcalar halk ezgileri çalıyor.Yemek olarak gulaş alıyoruz Viyana'da yediğimizden daha lezzetli ama o kadar az ki doymak mümkün değil.Biraları ise fena değil.Bir başka salonda ise kabare var.O salonda oturursanız dans eden Çek ablaları ve teyzeleri izleyebilirsiniz.
Geceyi köprünün ışıklandırılmış halini izleyerek sonlandırıyoruz.Böylece Prag macerası da bitiyor.

Prag Hakkında Son Laflar:
  • Çek kızları güzel mi?Yani ortalıkta çok göremiyorsunuz ama bir ortama girince kendilerini belli ediyorlar.Tabi onları baştan aşağı süzen kız grubu da çoğunlukla Türk oluyor.Gözlemlerim doğrultusunda diyebilirim ki Türk kızlarıyla tanışmak için doğru yer Prag, oldukça fazla sayıda 3 lü 4 lü Türk hatun grubuna denk geliyorsunuz.
  • Prag bir türlü ne olduğunu anlayamadığınız, ortada dolaşan erkek gruplarıyla dolu.Sokaklarda 10,15 kişilik sarhoş erkek grubuna rastlıyorsunuz. Restaurantta barda koskocaman bir masa full erkek dolu.Prag kapitalismle başbaşa kaldığından bu yana ucuz ve güzel içkileri ve uzun bacaklı,ufak popolu hatunlarıyla Avrupa'nın eğlence merkezi haline gelmiş durumda.Bu yüzden bol bol haftasonu kaçamağı yapan erkekler görüyorsunuz.Bir kısmının kostümlerinden "Bekarlığa Veda" organizasyonu için orada olduğunu anlıyorsunuz.Hatta İngiltere'de sırf Prag'ta bekarlığa veda düzenleyen şirketler varmış.Hadi işin bu kısmını anlıyorsunuz da sokakta dolaşanlar sadece Avrupalı turistler değil, Çek erkek grupları çete halinde dolaşıyor.Oysa ortada dolaşan Çek hatun pek yok, ya nüfuslarında kadınların aleyhine bir dengesizlik var, ya da Çek kadınları evde oturmayı seviyor.
  • Prag'ın Ankara'ya benzeyen tek noktası yere atılmış kartvizitler.Malum kartlardan bahsediyorum.Gerçi şöyle bir fark var bu kartları Ankara'da görünce kartın üzerindeki fotoğrafın gerçekliği hakkında kuşku duyuyorsunuz ama Prag'ta bu kuşku duyulmuyor tabi karşılaşınca bir Çek kadınından beklenen güzellikte değilse hayal kırıklığı o derece fazla olabilir.Bir de olay çok daha aleni.Şehirde dolaşan limuzinler ilgilenenlere seçenekleri sunuyor olsa gerek.
Konuyla ilgili bir de yazı paylaşayım:


Prag Sokaklarından:
Prag'ta soğuk ve ıssız bir gece

Siyah beyaz Karel

Yılanlarla Dans


Etnik Danslar Festivalinden


Yukarıda bahsi geçen erkek gruplarından

"The only thing you risk is falling in love" limuzini

Bunu nasıl yaptıklarını bilen biri bana anlatsın ya

Sızmayı vadeden müze

Meşhur tek yiyecekleri şekerli simit


Prag 2

Prag'da ikinci günümüz neyse ki yağmursuz.Rotada Prag kalesi var.Bu sefer Karel Köprüsü daha kalabalık ve gözlük camına düşen yağmur damlaları olmadığı için manzara daha temiz.

Köprünün kulelerine çıkabilirsiniz,girişi hemen köprünün ayaklarında ama tabi ki ücretli ve ücretli olduğunu ancak biraz merdiven çıkınca anlıyorsunuz.

Kaleye varınca 250 krona sarayı, Aziz Vitus Katedralini, Golden Lane'i ve St.George Bazilikasını kapsayan bir bilet alıyoruz.
Katedral Prag'ın en büyük gotik yapısı.İçi de dışı da oldukça ihtişamlı.Kulelerine çıkma imkanı var ama biz çıkmıyoruz bir noktadan sonra gezdiğimiz her şeyin bir de tepesine çıkalım fikri yorucu gelmeye başlıyor.



Sarayın ön kısmında asker değiştirme törenleri oluyor turistler tarafından en çok ilgi gören şey bu olsa gerek tıklım tıklım kalabalık.Tabi her tarihi yapnın kaderi olan restorasyon işleri burası içinde geçerli, dört bir taraftan tamirat devam ediyor.Sarayın iç kısmında ise ne gördük anlamadım.Boş bir salon vardı, ortası bantlarla korumaya alınmış burası toplantı salonuymuş galiba, birkaç portre asılı hepsi bu.O yüzden herkes balkonuna çıkıp harika Prag manzarası ile selfie çekmeyi tercih ediyordu.



St George Bazilikası ise 900lü yıllarda yapılmış oldukça eski bir yapı.


Golden Lane'de bütün dönemlerden örnekler taşıyan bir savaş müzesi vardı. Şövalye kostümleri,zırhlar, kalkanlar falan güzel bir müzeydi.Bu sevimli sokağın geri kalanında ise Ortaçağ Çek kültürünü yansıtan dükkanlar vardı, el işleri, zanaatçılık, kuklalar falan güzel, sevimli bir sokak.



Kale kısmına girişte manzaraya karşı bir Starbucks var.Aslında Prag'ta adım başı Starbucks var.Burada yorgunluk atıp Kraliyet bahçelerine gidiyoruz .Burası inanılmaz huzurlu ve sessiz.


Bahçelerden çıkınca Navy Svet Sokağında yürüdük.Burası evlerin kapısında plakaların olduğu sevimli bir sokak.Bu sokak bizi Loreto'ya çıkarmış oldu .Burası da başka güzel bir kilise. İçine girmeyip alt sokaktaki Cafe U Lorety'de mola verdik.



Nerudova Sokağından ilerledik.Burada yine plakalı evler, kafeler, hediyelik eşya dükkanları var, kalabalık bir sokak.Buradan Kampa Adasına vardık.Karel Köprüsünün ayaklarından sola dönünce nehrin kıyısına varıyoruz burada kuğular, ördekler kardeşçe yaşıyorlar.Manzara tabi ki muhteşem. Karel Köprüsünü doyasıya izleyebilirsiniz.Bu bölümün hemen yanında Kafka Müzesi var.Müzenin kafesi  nehrin kenarında direkt.İçine ise girmiyoruz ama bahçesinde işeyen adamlara bakıyorum tabi ki.


Sağ alt köşede Kafka Müzesi











Kafka ile ne bağlantısı var, anlamadım ama
Müzenin hemen yakınında daracık bir sokak var öyle ki trafik lambası koymuşlar merdivenlere henüz sokağa sığabilecek kadar zayıf olduğuma seviniyorum:)




Kampa Adasının diğer tarafı ise daha sakin.Sanki bir romanda bahsedilen sessiz bir park gibi.Nehir kenarında yürürken bir açık hava sergisine rast geliyoruz. Mr.Winton vakti zamanında bir çok Yahudi çocuğu kamptan kurtarıp Avrupa'ya götürüyor.Bu çocuklar o ülkelerde okuyup hayat kuruyorlar ve bu proje ile bir araya getiriliyorlar.O zamanın çocukları tabi şimdi yaşlı teyzeler ve amcalar...Sergi dışında bir de eşsiz bir manzara var.

Bu penguenler nereye gidiyor


Kampa'da akşam

Bütün gün gezdikten sonra güzel bir yemeği hak ediyoruz ve tabi ki gidip ne olduğunu anlamadığım Çek yemekleri yiyecek halim yok, hoş Çek yemeği diye bir şey olduğunu da sanmıyorum. Ristorante Carmelita isimli İtalyan lokantasına gidiyoruz, devasa ve enfes pizzaları yeyip İtalyanlara şükranlarımızı sunuyoruz iyi ki varlar, iyi ki dünyanın her köşesinde lokanta açıyorlar.