25 Haziran 2014 Çarşamba

İstanbul 3

İstanbuldaki son günümüze Çengelköy'de kahvaltı yaparak başlayalım dedi lakin niyetiniz Süper Baba dizisinden bildiğimiz tarihi Çınaraltı çay bahçesine gitmekse yola 8'de falan çıkılmalı,aslında mesele yol değil Kadıköy'den Beykoz minibüsüne binince 15 dakikada mekandasınız da deniz kenarında yer kapmak zor.Eee biz de taaa Ankara'dan geldik her gittiğimiz yerde illa deniz kenarı masada oturmak istiyoruz.Burası tıklım tıklım çayı mekandan alıyorsunuz, kahvaltınızı kendiniz getiriyorsunuz.Bunun için hemen yandaki Çengelköy börekçisinden peynirli cevizli börek alıyorsunuz.Börek de börek ama nefis tabi bu arada vıcık vıcık yağlı bu böreği yerken kalori hesabı yapan bizden değildir.


Mekanda dev bir çınar var,7 yüzyıldan fazladır yaşayan, tarih diye bildiğimiz pek çok şeye tanık olan. Nasıl eşsiz bir şey bu.



Önceden rezervasyon yaptırırım ben, öyle çay bahçesinde oturamam falan diyenler için bir kaç bina ötede Sutiş var onun dışında pek mekan yok Çengelköy'de.Öyle yürüyüş yapabileceğiniz bir sahili de yok ama güzel bir manzarası ve hoş bir mahalle havası var.
























Şöyle deniz kenarında bir kahve içelim diye çok dolandık lakin bir yer bulamadık, sonra deniz kenarından vazgeçtik sadece kahve olsun yeter dedik epey aramadan sonra bulabildiğimiz tek mekan Çikolata Kahve.Burası küçük bir dükkan çikolatalarıyla ünlü anladığım kadarıyla, zira Sütiş'te kahvaltıdan çıkanlar ciplerine binmeden önce buraya uğrayıp çikolata alıyorlardı. İçerisinin dizaynı da hoş. Biz sadece kahve içtik.

Gezinin bundan sonra kalan kısmından muaf olabilirsiniz zira biz Kadıköy'e dönmek için Çamlıca otobüsüne bindik ve bütün Çamlıca'yı dolaştık, ben zaten hep Çamlıca'nın ara sokaklarını merak etmişimdir ayrıca yıllardır giderim bir türlü İstanbul'un trafik sorununa da inanmıyordum bunu da gözlerimle göreyim dedim falan böylece 15 dakikada geldiğimiz Kadıköy'e 1,5 saatte dönerek bütün sorularıma cevap buldum.
Şunu da belirtmek isterim ki şarkıda geçenin aksine ne Çamlıca'da bağ var ne de yemyeşil dağları.Bildiğin toz, toprak, inşaat her yer.
Böylece yediğimiz güzelim börek burnumuzdan geldikten sonra Kadıköy'ün ıvır zıvır dükkanlarına attık kendimizi. Moda tarafına yürüyüp Dondurmacı Ali Usta'ya gittik. Meğerse burası pek meşhurmuş, zaten biz de meşhur diye gitmiştik, önünde epey sıra var.Gelelim en pragmatik 2. soruya.Evet dondurma enfesti ve sırayı beklediğimize değdi:)

Dondurmanın fotoğrafı yok,önündeki balonların var
Moda sahilinde yürüyüp,çimlerde uzanıp dinledik, eski Fenerbahçe İskele'sini izledik,burada bir de kafe var .Son günümüz olması sebebiyle bol bol deniz havası stokladık.
























Eeee geldik gidiyoruz hiç karşı tarafa geçmedik diyenler için akşam yemeğini karşıda yiyelim dedik.Yani olayın sizle tabi ilgisi yok da Beyoğlu çikolatası alacaktık aslında, malum çikolata deyince akan sular durur o yüzden üşenmedik karşıya geçtik.İstiklal'de Parole isimli bir mekanda yemek yedik, İstiklal'i tepeden izledik, işte bu fotoğrafı çektim siyah beyazını Ara Güler de çekmişti:) hayır daha sonra Ara Kafe'ye gittik orada gördüm ondan biliyorum.(çarpılacam şimdi)



Sonra fark ettik ki Ankara'yı özlemişiz yooo daha fazla dayanamıyoruz dedik kalktık evimize geri döndük, zaten güzel değil ya İstanbul...

24 Haziran 2014 Salı

İstanbul 2

Ada sahillerinde bekliyorum
Her zaman yollarını gözlüyorum

Adalardan bir yar gelir bizlere
Aman Allah gözlere bak gözlere

Biz Heybeli'de her gece mehtaba çıkardık

Ada vapuru yandan çarklı
Bayraklar donanmış cafcaflı

Adalarla ilgili niye bu kadar şarkı var, duyan da bütün söz yazarlarının sevdicekleri Adalar'da yaşıyor sanır.Gerçi hanım kızımız diyelim Güngören'de yaşıyor, şair napsın bu durumda.
İstanbul'da 2.günümüzü Adalar'a ayırıyoruz.Kadıköy'den Adalar vapuruna binince yaklaşık bir saatinizi alıyor Büyükada'ya varması. Hava güzelse, martılara simit atmaca (poğaça, kurabiye falan da olur yemek ayırt etmiyorlar) fotoğraf çekmece işlerine girerseniz vakit nasıl geçiyor anlamıyorsunuz.
























Büyükada'nın demografik yapısı %45 Arap ve İranlı turistler, %38 yerli turistler,%7 faytoncular, %3 esnaf,%1 Büyükadalı Rumlar ve Türkler, %6 kedilerden oluşuyor. Bizim Ada'da ilk işimiz iskelenin yanındaki belediye çay bahçesinde kahve molası vermek oluyor.

En güzel Türk kahvesi fincanları bunlar bence
Kahveleri içtikten sonra fayton sırasına geçiyoruz. Farklı güzergahlar için tarifeler asılı.Bence büyük ya da küçük tur almaya gerek yok, lunaparka kadar gidip, oradan tabanvay ile Aya Yorgi'ye çıkmak planımız. Bisiklet sürmeyi planlayanlar için epeyce yokuş çıkılacağını hatırlatmak lazım, her babayiğidin harcı değil.

























Şimdi faytona bindiniz, ada güzel, romantik romantik gezeceksiniz sanıyorsunuz ama ciddi bir engel var, at kokusu.Yazının başında faytoncu popülasyonunu vermiştik %7, her faytoncunun 2 atı olsa, her at günde ortalama 2 kez boşaltım faaliyetinde bulunsa, varın düşünün siz kokuyu:) Şairin ada sahilinde beklediği, Heybeli'de mehtaba çıktığı dönemlerde adada at yokmuş, at popülasyonun artması ile ada temalı şarkı sayısındaki ilişkiyi gösteren çalışma için Bkz grafik1
Grafik 1















Lunapark'ta iniyoruz,  burası faytonların durağı  ve aslında ortada bir lunapark falan yok. Aya Yorgi Kilisesine çıkmak için yarım saat kadar yokuş yukarı çıkmak gerekiyor, yorucu ama yürümekten başka alternatif yok.Bir geleneğe göre dileklerinin kabul olmasını isteyen Rum kadınlar ters ters ve çıplak ayak bu yokuşu çıkıyorlar, bir de çıkarken yanlardaki çalılara ip dolamak gibi bir adet var.Bunların mantığı ne derseniz bilmiyorum belki bu zorlu yolda bunları yapacak kadar çok istemek o dileği; şimdi şöyle düşün evrene ne kadar çok istediğine dair enerji gönderirsen evren de sana öyle karşılık verir (bir plaza kadınının evren ve enerji kavramlarındaki çıkmazı)
Her neyse yolda bez bağlamamak yönünde uyarılar görüyoruz.

Amma ve lakin
Yasaklar delinmek içindir

Aya Yorgi küçük bir kilise,yanında küçük bir çay bahçesi var ve enfes bir manzarası.En pragmatik sorunun cevabı olarak evet manzara  o zorlu yokuşu çıkmaya değer.



Manzaranın tadını çıkardıktan sonra tıslayarak çıktığımız yolu hoplayarak inliyoruz.İnerken çıkanlara acıyan gözlerle bakıyoruz, ooo daha çok yolunuz var der gibi pis pis sırıtıyoruz.Lunaparka dönmeden önce sağda Kır Gazinosu kalıyor, burası salaş bir mekan ama yorgunluğun üzerine bir köfte iyi gider.Güç topladıktan sonra adanın merkezine inmek için fayton yerine yürümeyi tercih ediyoruz.
At kokusu eşliğinde yürüken bir yandan da ada konaklarını beğeniyoruz.Emekli oluncaya kadar yaşarsam, piyangodan para çıkarsa, deprem olmaz ve adaları tsunami yutmazsa,ceteris paribus, bu konağı almaya karar verdim, nasıl ama


Çok güzel olduğundan değil de cihannüması olan evler hep ilgimi çekmiştir,ondan yani:)
Evi de bulduğumuza göre çarşıdaki tarihi dondurmacıdan güzel bir dondurma almayı hak ettik.Vapur saatini beklerken de yine sahildeki çay bahçelerinde oturup ada çayı içiyoruz.


Ankaralılar İçin 2,3 Günlük İstanbul Turu

Efendim özellikle böyle bir başlık açılmasının sebebini Ankara'da yaşayanlar gayet iyi anlayacaktır, zira bu program sizi bol bol sahillerde dolaştırmayı vadediyor, sizler zavallı karasal iklim insanları İstanbul'da denizden, boğazdan başka bir şey görmeyeceksiniz.
Gönül ister ki İstanbul'a elinizde tahta bavulunuzla Haydarpaşa'dan çıkın lakin ne tahta bavul kaldı ne Haydarpaşa. O yüzden siz ne yazık ki dört tekerlekli mini bavulunuzu (3 günlük tatil, büyük boya ihtiyaç yok hanımlar) sürükleye sürükleye Kadıköy'e geliyorsunuz.( tabi Kadıköy'de eylem olması sebebiyle Havataşlar Kadıköy'e giremiyor o yüzden sizi bilmem nerede bırakıyor siz orada metro buluyorsunuz İstanbul metrosuyla Ankara metrosunu kıyaslayan analizlerinizi falan yapıyorsunuz vs... bu kısım size kalmış)
Kadıköy'de kaldığınız varsayımı ile gidin otele yerleşin, sonra meydanda Sturbucks'ın yanında Fazıl Bey kahvesi var orada Türk kahvesi için efendim aç iseniz Çiya'ya yemek yemeye gidin ama mezeci kısmına gidin.Tabağınızı gönlünüze göre doldurun.Mesela ben falafel, sarımsaklı köfte(Arap köftesi ya da Kürt köftesi  belki de her ikisi diye bilinen),çeşitli otlar, lahmacun falan derken kendimi Adana'da baraj kenarında ziyafet çekiyor gibi hissettim.Bir de nevruz diye bir şerbeti var buranın tavsiye olunur.
olsa da yesek


Nevruz
İlk durağımız Sunay Akın'ın kurduğu Oyuncak Müzesi.Biz buraya metro ile Göztepe'ye gidip sonrasında taksi ile gittik belki daha kolay bir yolu vardır ama ne de olsa şehrin yabancısıyız biz:) Müze gerçekten çok güzel,belki bir yüzyıllık tarihe ışık tutuyor, oyuncaklar daha çok Almanya ve Amerika'dan.50,60 yıl öncesinin Alman oyuncaklarının kompleksliği ve güzelliğinin yanında bizim annelerimizin babalarımızın oyuncakları o kadar mütevazi ki...Oyuncaklar bile tek başına gelişmiş ekonomi olmanın aynası oluyor.





Kedinin adı neydi ya

Adamların yüzyıl öncesi oyuncakları buymuş ya

"Kirlenmek yüzyıl önce de güzeldir"

Nasıl detaydır bu, teyzenin küçük parmağım boyunda olduğunu düşünürsek

Oyun evleri, kasabından terzisine kadar

Oh rahatladım, neyse ki ben de ne fuzuli masraf bu iş diyordum:)



Yeni nesilden umutluyum buarada, burada epeyce çoçuk ziyafetçi oluyor doğal olarak, yaş günü partileri falan, hatta çoçuklarla ilgilenen rehberler var, çoçukların konuşmalarına kulak misafiri olunca insan, şimdinin çoçukları bir alem demekten kendini alamıyor ( yaşlandın be kızım:(
Buarada müzede Sunay Akın'la karşılaşabilirsiniz, gelip sizinle konuşmak isterse yüz vermeyin, biz öyle yaptık:) Ünlü gören şaşkın Ankaralılar olarak ne diyeceğimizi bilemeyip bir şey demedik.
Neyse oyuncak müzesinde 2,3 saat geçirdikten sonra Bağdat Caddesine doğru yürüyoruz.Şimdi sıra Ankara sosyetesi ile İstanbul sosyetesini kıyaslamaya geldi.Sağınızdaki solunuzdaki evlerin fiyatları üzerine tahmin yapmayı unutmayın!Caddede oturun bir kahve için gelene gidene bakın,isterseniz İstanbullu ve Ankaralı kızları kıyaslayın, zevkli oluyor bence:) Sonra Göztepe parkına uğrayın ama mayıs ayını geçirdiyseniz lale falan kalmıyor.Yine de parkta güzel gül bahçeleri var,oralarda takılın.Artık deniz görme vakti, Cadde Bostan sahiline inin yürüyerek.Bu uzun sahilde bisiklet sürüp, köpek gezdiremeyeceğinize göre( unutmayın siz Ankara'dan geldiniz) sizin payınıza çimlere oturup denizi, adaları izlemek düşüyor.Burası cıvıl cıvıl bir yer zaten vakit nasıl geçiyor anlamıyor insan.
Gün batımını Cadde Bostan sahilinde izledikten sonra Kadıköy'e dönüp karmaşanın içine karışabilirsiniz.Merkezdeki balıkçılarda takılmak bir alternatif olabilir ama her zaman için alternatifin de alternatifi vardır. Postmodernitenin gece hayatına yansıması olarak Kadife Sokağı tercih edin.Bir zamanlar Ankara'nın sessiz sakin mahalle hayatının yaşandığı yerler gibi olan Kadife Sokak ne zamandan beri (burada gerçekten soru soruyorum) kaldırım barı olarak hizmet veriyor.Barların boş olduğu, özellikle gençlerin kaldırımlarda oturup içtiği, muhabbet ettiği, müzik yaptığı ve sızdığı bir yer.Tıklım tıklım ve herkes sarhoş, işin ilginci bir vukuat yok ( ya da bizim olduğumuz gece yoktu) Apartman sakinlerinin " bebek uyuyor bu camın önüne oturmayın" yazısına saygı gösterip oraya oturmayan, bunun dışında her yerin oturan, yatan genç dolu olduğu bu yer Ankaralılara garip gelecek  zira biz  Kennedy'deki benzinliğin orayı saymazsak gidip barları doldurmayı, elit elit içmeyi seven bir topluluğuzdur. Olay burada bar olmamasından kaynaklanmıyor, barlar sokağı diye biliniyor,epey mekan var ama bu daha cazip geliyor demek ki.Bulunduğum sürede apartmanlarda oturanlardan pencereyi açıp aşağıya saksı fırlatanına şahit olmadım ama bu gürültü, karmaşa sokak sakinleri için hoş olmasa gerek.Neyse empatiyi bırakıyorum herkesin uzun saçlı, motorcu kıyafetli, dövmeli olduğu bu sokağa gidin bi bakın.Hem var ya Kabataş olayındaki sanal tipler buradan gitmişler oraya, içip içip Kadıköy-Kabataş vapuruna binmişler sonra inince iskelede olaylar olaylar işte, yaaaa.

Kadife Sokakta bir gecenin özeti