31 Ekim 2013 Perşembe

Sonbahar, Pastırma Sıcakları ve Uçurtmalar Üzerine Derin Bir Analiz

En sevdiğim kavramlardan biri "pastırma sıcakları". Hayır pastırmaya bayıldığımdan ya da havalar serinleyip tekrar yaz moduna geçmesini çok sevdiğimden değil "pastırma sıcaklarına" olan ilgim isimlendirmedeki yaratıcılıktan geliyor.Mesela Wikipediada konu ile ilgili şunlar denilmiş:
"Pastırma yazı deyimi, pastırmanın bu dönemde hazırlanması sebebi ile verilmiştir. Gece ve gündüz arası sıcaklıkların birbirine yakın ve sıcak olması sebebi ile; pastırmanın en ideal şekilde kuruması bu dönemde olur. Dünyanın pek çok yerinde yaşanan bu dönem Almanya'da "kocakarı yazı", İsveç'te "Azize Birgitta yazı", ABD'nde "Yerli yazı" (Indian summer) gibi adlar alır."
Bakar mısınız diğer ülkelerdeki adlarına hiç de orjinal değil, oysa ince ve kıvrak zekalı yurdum insanı ne güzel bir isim takmış bu döneme.Gerçi karasal iklimin göbeğinde yaşayan biri olarak tanımda yer alan "Gece ve gündüz arası sıcaklıkların birbirine yakın ve sıcak olması sebebi ile" ifadesine itirazım var.Ülkemizin pastırma diyarı Kayseri'de Ekim ayı sıcaklık ortalamalarına bakarsak gecelerinin 0 , gündüzlerin 15 derece civarında olduğunu görüyoruz, bu nasıl bir "gece gündüz sıcaklığının birbirine yakın olması" anlayışı Sayın Wikipedia....
Döneme yakışır şekilde harala gürele temel besin maddemiz olan pastırma kuruttuğumuz şu günlerde pastırma kokusundan bir sıyrılıp temiz hava alalım dedik.Soluğu dışarılarda aldık.Asıl amaç epeydir "yakın dönemde yapılacaklar listemde" yer alan uçurtma uçurmak maddesini gerçekleştirmekti. Bunun için 3 çıta, muşamba , ip falan hazır etmiştim zaten. Çoçukluğumdan hatırladığım yapımı pek kolay bir şeydi ama gel gelelim 12 sene geometri okuyup altıgenin altı kenarını eşit yapamayınca uçurtmanın ağırlık merkezinde birazcık sapma oluverdi yine de Allah'tan ümit kesilmez deyip, üşenmeyip uçurtmanın 3 katı uzunluğunda kuyruk yapmayı ihmal etmedik.
Uçurtmam Sarıkanat

Ahlatlıbel'e daha önceden gitmemiştim meğerse burası Ankara'nın uçurtma merkeziymiş.Yol kenarında uçurtma satanlardan hazır uçurtma almayı da ihmal etmedik gerçi uçurtmamız Sarıkanat müthiş olmuştu ama ne olur ne olmaz nazarlara gelir uçurtma zevkimiz yarım kalmasın diye "Yeşilburun'u " aldık.

Sarıkanat uçmadı değil uçtu yerden 1 metre kadar yükseldi ama malum temel fizik yasaları çarpıştı falan yer çekimi, rüzgarın kaldırma gücüne ağır bastı, etrafta bizim uçurtmayı kıskanan kem gözlerin yaydığı kızılötesi ışınlar yer çekimini kuvvetlendirdi falan...Hem uçmayan sadece Sarıkanat değildi, uçurtmacı ekibin devasa uçurtması da uçmadı, pembe etekli 4 yaşındaki kızın uçurtması da uçmadı yaaaa.


Neyse Labirentin Kapısında Bekleyen Panda elime yeşil uçurtmayı verdi de ağlamayı kestim.
Daha sonraki durağımız Eymir Gölü oldu. Henüz Eymir'deki ağaçlar kesilip sandalyeye dönüşmeden ve Eymir'de Ankara'nın 868. alışveriş merkezi kurulmamışken biraz yürüyüş yapalım dedik. Eymir'in araç trafiğine kapatılması çok yerinde bir uygulama olmuş zira en son iki sene önce bir pazar günü Eymir'e araçla gidip park edecek yer bulma amacıyla gölün bütün çevresini  milim milim giderek  3 saatte dolaşıp Eymir'den çıkmak zorunda kalmıştım ki o günden beridir Eymir'e gitmiyordum.Şimdi herkes arabasını girişte bırakıyor ve yaya ya da bisikletle devam ediyor. Bu arada üç tekerlekli bisikletlerin Eymir'deki varlığı da bana ayrı umut verdi, "benim için hayaldi gerçek oldu" diyorum.
Eymir'den birkaç kare ile bugünkü programımızın sonuna geliyoruz. Esen kalın...





Meis Adası

Kaş'a gidince dibimizdeki Meis Adasına (Kastellorizo) da gidelim dedik.Ada o kadar yakın ki Meis'ten Kaş'a yüzme yarışları bile yapılıyor.Kaş'tan bakınca direkt Meis'teki evleri çıplak gözle görebiliyorsunuz.Bu bende milliyetçilik duygularımı hareketlendirip rahatsızlık hissi uyandırsa da Kaşlılar ve Meisliler turizmin nimetlerinden olsa gerek alışmışlar birbirlerine.
Meis'e sefer yapan Kaş'ta birkaç firma var.Biz Leak Break firmasının Meis Express turu ile gideceğiz.Bunun için akşamdan pasaportları teslim ediyoruz firmaya, işin ilginç tarafı Meis'ten geri dönene kadar pasaportları bir daha görmüyoruz, yani adayı dolaşırken pasaportlar yanınızda olmuyor.Bizim vize sorunumuz yoktu ama vize gerekiyor bunu da firma hallediyor.Gidiş geliş kişi başı 25€ ve yurt dışı çıkış ücretlerini de firmaya veriyorsunuz.Sefer sabah 10'da başlıyor ve 20-25 dakika sürüyor. Bu arada bir de akşam 18.00 turu var gidip yemek içmek isteyenler için o da 23.00 da geri dönüyor.


Gitmeden önce internette biraz araştırayım demiştim, pek bir şey bulamamıştım, gidince anladım, bit kadar ada. Bir taraftan bir tarafa 15 dakikada yürüdük, ara sokaklara gir çık yarım saat etti.Üstelik sokaklar da bomboş. Sürekli yaşayan nüfusu çok az, onlar da ihtiyaçlarını Kaş'tan gideriyorlarmış. Zaten ada Yunanistan'a en uzak ada, unutulmuş gibi. Sahildeki evler şirin, bu evlerden bir kısmı otel olmuş, önünde birkaç şezlong ve güneşlenen tipler görebiliyorsunuz.Geri kalanı kafe, restaurant falan. Zaten tekneler yanaşıyor biz Türkler hemen restaurantlara doluşuyoruz böyle bir manzara çıkıyor ortaya. Zira biz adanın tek gezilecek yeri olan Kale'ye çıkalım dedik, teknede beraber geldiğimiz yüz küsür adamdan birine rastlamadık, hoş iki tekneyle o kadar adam geldi nereye kayboldular, adada kaldığımız 6 saat boyunca anlamadım; zira arka sokaklarda da kimse yoktu, sahilde ise o kadar adamla insan trafiği oluşması lazımdı ama kalabalık değildi. Şimdi şüpheye düştüm bak, belki de adanın acaip gezilecek yerleri vardı herkes oradaydı ama bizim haberimiz yoktu.

Adada bir tane cami var, müzeye dönüştürülmüş.Hemen yanında bir kafe var, en çok güneşlenen insan buradaydı (4,5 kişi). Buranın arka taraflarından adanın Kalesine çıkılıyor.Buradan adanın güzel bir manzarası görülebilir.Adanın yerleşimi olan bir küçük koyu daha var hemen yan tarafta. Burası daha sakin gözüküyor.

Adanın en büyük canlılığı haftanın üç günü Rodos'tan gelen devasa feribot.Biz kafede oturup kahvemizi içerken dev bir şey gelip, koyun ağzını neredeyse tamamen kapattı, içinden askeri araçlar falan indi ve birkaç da turist.

Gelelim yeme içme kısmına.Bence yok Yunan adaları yeme içme olayında çok aşmışmış, yok çok ucuzmuş gibi laflar efsaneymiş.Bir kere her şey bizimkine benziyor.Grek kafee dedikleri bizim Türk kahvesinin daha büyük fincanda geleni. Baclava dedikleri bizim baklavanın daha hamurumsu, bohça gibi olanı falan.Grek salad dedikleri bildiğin çoban salatasının büyük doğranmışı.

Yemek için Paragadi Restauranta oturuyoruz.yemekler vasattı diyebilirim. Kalamar mesela sossuz geldi, falafel yağ çekmişti falan. Alfa denen Yunan birasını denedik, fena değildi.

Adada en dikkat çekici şey bence kedi bolluğu.Adam başına rahat 3,4 kedi düşüyor.Bir de medeniler tabii Avrupa kedisi olduklarını oradan anlıyorsun, yemeği çatalla yiyorlar, bizimkiler gibi öyle patiyle saldırmak yok yemeğe.

Son olarak Meltemi isimli kafede kahve içip, adayı üç kez daha turlayıp saat 16.00 olan teknenin kalkış saatini bekliyoruz. Bu sırada adaya gelip de kaybolan Türkler Duty Free'de ortaya çıkıyorlar, neyse ki kaybolan kimse olmamış:)

30 Ekim 2013 Çarşamba

Kaş

Bu bayramda Kaş'a gidelim bakalım orada bu kurban işleri falan nasıl oluyor bir kavurma yiyelim falan dedik ama orada pek bu işler olmuyormuş bir tane bağlı kaderini bekleyen koyun bile görmedik, durum böyle olunca biz de hazır geldik buraya kadar tatil yapalım dedik.3 sene önce gitmiştim Kaş'a, bu sefer epey kalabalıktı bir kere ciddi düzeyde trafik problemi var, eee tabi normalde 20,30 bin olan şehre 500 bin kişi gelince bir sıkıntı oluyor, üstelik söylenene göre bu bayram tatil uzun diye az kişi varmış.
Linda Otelde kaldık, yenilenmiş bakımlı bir oteldi, Kaş'ta şehir merkezinde kalmak mühim bence, Çukurbağ yarımadasında kalınca minibüs ya da aracınıza ihtiyaç duyacaksınız ama Kaş merkezde araba park etmek sorun, minibüs seçeneğinde de oteller genelde aşağıda kaldığı için yokuş çıkmak gerekiyor yarımadada, o yüzden merkezdeki otelleri tercih etmek daha mantıklı.
İlk gün akşam yemeğini Bahçe Balık'ta yedik iyi ki öyle yapmışız zira ondan sonraki günlerde Bahçe Balık yada mezeci kısmında yer bulumadık hatta meze için iki üç gün sonrasına bile yer ayıramıyorlardı.



İkinci gün denize girmeyi deneyelim dedik ve Limanağzı'nda Nuri'nin Yerine gittik.Buradaki yerler Nuri, Bilal falan ama ortada gerçekten bir Nuri yok, hatta 3 yıl önce geldiğimizde sormuştuk Nuri kim diye meğerse sahibi Nuri değil Ramazanmış, o zaman mekanın adını niye Nuri koydun diye sormaya cesaret edemedik, sonuçta bize ne değil mi, adam ister Nuri koyar, ister Burhannettin. Neyse ayıp olmasın diye denize girdik malum dönüşte Ankara'da ya denize giremedik çok soğuktu  falan deyip karizmayı çizdiremezdik.

Akşam yemeğini Blue House'da yedik, sebze tabağı güzel bir opsiyon, çok ufak bir yer 3,4 masalık bir balkonda yiyorsunuz iç kısımda güzel dekore edilmiş, piyano falan var, masa örtüleri nakışlı makışlı.Sahibi teyze biraz atarlı, tam bir ev ortamı hatta birazdan anneniz gelip o tabak bitecek diye kızacakmış gibi hissediyorsunuz, teyzenin atarı da bu ambiyansı pekiştirmek için:)Sonra da BiLokma'dan lokma alıyoruz tam oluyor, lokmacıların sayısı ikiye çıkmış ama her ikisininde önünde halk ekmek gibi sıra oluyor,hayır benim anlamadığım gecenin 11'de bir tabak lokmayı götüren o incecik kızlar nasıl incecik olarak geri dönüyorlar da incecik olmayan ben, daha da incecik olmayarak geri dönüyorum.
BiLokma demişken tam köşedeki bu mekan da ayrı bir güzel, buraya da iki akşam yemek için uğradık karışık meze tabakları çok başarılı, bildiğin maydanozu bile enfes bir şeye dönüştürebiliyorlar.
Oturup bir şey içmek isterseniz Hide Away güzel bir bahçe barı, hoş ben karışık bitki çaylarından içtim, yanında bal ile ikram ediyorlar çok başarılı.Burası da her mekan gibi çok kalabalık yer bulmak zor, ama güzel müzikler çalınıyor.
Kaş'ta yapılacak klasik olaylardan biri de Kekova Turu.Koçlar firması ile gittik ama bunu hiç tavsiye etmiyorum zira hem bangır bangır müzik çaldılar hem de yeme içme kısmı kötüydü.Buradaki turların rotası genelde aynı, Akvaryum, Tersane, İnönü ve birkaç koyda daha yüzme molası verip Batık şehrin yanından geçip Simena'ya (Kaleköy) varıyor.Burada denizin içindeki batık mezarları gezebilir ya da Kale'ye çıkabilirsiniz.Kale için Müze Kart geçerli.


Tam çıkıştaki dondurmacı keçi sütünden dondurma satıyor narlı ve limonlu, gerçi iki top dondurmaya 8 lira veriyorsunuz ama tadı denemeye değer.

İki değil üç topmuş:)
Bir diğer gün arkadaşlarımızla Kalkan'a gidiyoruz.Yol üstünde Kaputaş Plajı ana baba günü.Kalkan ise Kaş'ın  daha tikisi sanki.Daha sakin, zaten bir İngiliz kasabası gibi, yapacak pek bir şey bulamıyoruz.Sonrasında Akçagerme'de deniz molası veriyoruz ama su soğuk epeyce girmekten vazgeçiyoruz.


Kaş'taki son günümüzde çılgın bir yağmura denk geliyoruz.Mor Cafe diye gerçekten mor bir mekanda kahve keyfimiz yağmurla son buluyor.En mantıklı iş otelde takılmak oluyor.
Kaş'ın en güzel yanlarından biri kedinin bol olması.Zaten çete halinde takılıyorlar.Şu asalete bakın.
Kaş Kedi Meclisi

Son notlar:

  • Daha önce gittiğimde Echo Bar'da Sarp Maden, Sibel Köse'ye denk gelmiştim bu sefer sezon bitmiş anlaşılan.Ama güzel müzikler çalan başka barlar da var.Özellikle ara sokaklarda
  • Fiyatlar genel olarak yüksek hem yeme içme olaylarında hem de takı, hediyelik eşya işlerinde ama orjinal, farklı ürünler bulunabiliniyor.
  • Dejavu barda artık garsonlar üssüz değil.

24 Ekim 2013 Perşembe

Ailemizin Yeni Üyesi

Eylül ayında hayırlı bir iş için İstanbul çıkarması yaptık. İstanbul benim için geçireceğim her saati çok önceden planladığım ve her gittiğimde de boğaza karşı kollarımı açıp "Alacağın olsun İstanbul 13 ten 17 milyona kadar değişen sayıda adamı kucağına aldın da bir beni alamadın şu hayatta" diye sitem ettiğim şehirdir. Bu sitemi Allahım ben nerde yanlış yaptım neden İstanbul şansını hep kaçırdım şeklinde hayat sorgulamaları takip eder falan. Ama bundan İstanbul'a ne tabi, ne de olsa İstanbul'a karşı "Gülhane Parkındaki ceviz ağacından" pek farkım yok aslında. İş bu hal ki ben artık Dikmen Vadisinde meşe ağacı olarak yaşamaktan mutlu olmayı öğrendim.Bu sefer İstanbul çıkarması biraz farklı oldu. Hayırlı işimizi halledip Üsküdar-Kadıköy hattında takıldık. Kadıköy'ün mahallelerinde bir tambur atölyesinde soluğu aldık.İstanbul'da keşmekeşin hala uğramadığı sokaklar varmış.Sahiplerini bekleyen tamburlar, tambur olmayı bekleyen ağaçlar, ortalıkta dolaşan kediler ve hoş sohbet bir kadın tambur yapımcısı.(müzikle uğraşan işin mutfağında olan kadınlara bayılıyorum:) Ve işte ailemizin yeni üyesi "Nezih"



Daha sonraki durağımız Üsküdar. Anladığım, bütün Üsküdar bir restorasyon hali içinde. Sahil ise hayallerimizdeki Üsküdar'ün havasına hiç uymayan tarzda müziklerin çalındığı çay içebileceğiniz koca bir ticarethane gibi.Yine de o karmaşada oturup gün batımında Kız kulesi'ni izlemek istiyorsunuz ya da "Günbatımında Kız kulesi" temalı fotoğraf peşinde olan sayılamaz sayıda insanın yanında yerinizi alıyorsunuz. Ben de bunları gönül rahatlığıyla yaptım zira sahilde takılmadan önce yapmayı kafaya koyduğum şeyi yapmıştım, karnım tok sırtım pekti:) Kanaat Lokantası. Bir obur olarak heyecanla gittim, zaten pek meşhur bir yer. Belli ki sosyete de keşfetmiş benim gibi sıradan tipler de var, çorbasını içtikten sonra bilmem ne yalısında "Sonbahara veda" partisine koşacakmış gibi giyinen ablalar da.Yemeği gidip görüp seçiyorsunuz, yemekler Türk mutfağının kallavi yemekleri.Fiyatlar açısından esnaf lokantası beklentisi düzeyinde gitmeyin, bulaşıkları yıkamak zorunda kalabilirsiniz.Yediğim şeyler lezzetliydi ama beni asıl zorlayan, hayatımdaki en zor seçimlerden birini yapmaktı: Tatlı listemde hep bir numarada olan kabak tatlısı mı yoksa o kızıl rengi, üzerinde enfes kaymağıyla kıvırta kıvırta beni al diyen ayva tatlısı mı.Ben yaşanmışlıklara yenik düştüm kabak tatlısını denedim. Evet Kanaat'ın kabak tatlısı ilk üç listeme girer kesinlikle ama ya ayva tatlısını seçseydim belki herşey çok farklı olacaktı belki ilk sıraya tereddütsüz o ayva tatlısı yerleşecekti. Evet bunu öğrenmenin sadece bir yolu var.(web sitesine baktım Ankara'ya tatlı göndermiyorlar.)




Kahvaltı için ise Moda'ya gittik.Van kahvaltı evi diye bir mekanı açık bulduk oturduk ilk başta sakindi sonra İstanbullular akın ettiler, anlaşılan bunlar evde kahvaltı etmiyorlar:) Kahvaltı'ya dair çok özel bir şey yok ama İstanbul ve Ankara kafeleri arasında derin farkları bir başka yazıda ele almak istiyorum, zira Ankaralılar için Ankara'yı sevmek için sebepler bulabilirim sanıyorum. Tabii Moda güzel bir semt orası, ayrı. Hala bir mahalle havası taşıyor, İskelesinin civarı ve Kadıköy'e giden sahil yolu huzur verici.Ama gaza gelip hürriyet emlaktan Moda'da ev fiyatlarına bakmayın, emekli olunca Moda'ya yerleşme planlarınız bırakın baki kalsın.

Aile üyeleri üzerine bir yazı olacaktı İstanbul yazısı oldu.Olsun napalım. İşte bizim ailenin diğer fertleri. Hayatımın değiştiği nokta Nev Kardeşler: Nevbahar, Nev Eda ve Neva. Kendileri Mansur, Kız ve Müstahsen neyler olup, bana tahammül etmekle meşguller.




Ve ailemizin aykırı çoçuğu, ayrı dünyanın vatandaşı ve henüz bir isme sahip olmayan ama "yeşil başlı gövel ördek" lakabına sahip gitarımız. Kendisi nerdeyse  elli kg kadar falan olup Labirentin Sonunda Bekleyen Panda tarafından nasıl kucaklandığı tarafımca hala merak unsuru olmakta.Ama süper sempatik bir şey....







11 Ekim 2013 Cuma

İzmir

Epeydir elimin klavyeye gitmemesinde dış etkenler kadar sıradaki yazının İzmir üzerine olması da etkili galiba.Malum beni bilen bilir " esas Ege" kısmına biraz önyargılıyımdır, İzmir,Aydın ve Muğla üçlemesine biraz mesafeliyim (yanlış anlaşılmak istemem Afyon, Denizli, Manisa, Uşak sizlerle hiçbir sorunum yok,sizi severim bence siz de Ege'siniz:) Bu önyargımın sebebi için çoçukluğuma inmeye gerek olmadığını düşünüyorum temelinde bu üç ilin kendilerine has "burnu havada"cılıklarının etkili olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.Yani bu neyin havası İzmir, ağacın yok, on sene öncesine kadar Körfezinin pis kokusundan şehre girilmezdi, mutfağın desen bahçede biten ot, mot işte (severim o ayrı), her 2 dadikada bir duran trafik falan, tek şeritli yollar.Nesi var dersen etrafında gezilecek yeri çokmuş eee merkezinde birşey yok.Ama  tshirt yaparlar İzmir için üzerine yazar  "Darıya darı denir, Mısır güneyde bir ülkedir" diye.Ukalalığa bak sen. Ne yani bizim orda da darı denir bu mudur olay yani:)
Neyse bu sefer dedim ki bu İzmir'de ne var bu kadar sevilecek bu gittiğimde bu gözle bakayım belki görmediğim birşeyler vardır dedim, arayan buluyor tabi birşeyler. İlk durak kaldığım üç gün boyunca hergün gidip pasta yediğim ve 2 kilo alarak dönmeme sebep olan Reyhan Pastanesi.Burası İzmir'in yerel pastanesi pek de bir üne sahip, ve kesinlikle hakediyor bu ünü.Orada yediğim rokoko ları, frambuazlı pastaları hergün anıyorum:) Ben de sağlam oburum değil mi:)




Diğer bir mekan kahvaltı için.Seferihisar'dan Sıgacık'a doğru giderken Marina'nın üzerindeki tepede, Teos Park. Güzel bir manzara, çamlık alan, ördek, horoz falan ve hamaklar.Oldukça da zengin bir kahvaltı.Peynir üzerine böğürtlen reçelini burada yedim ama daha sonra gittiğim Altınoluk isimli mekanda da görünce İzmir kahvaltıları için klasik olduğu kanaatine vardım, herneyse iyi birşey yani.Hayatta öğrendiğim şeylerden biri, bir yerde hamak varsa orası iyi bir yerdir zaten şeklinde.Hamak mühim bir olay. Bir hayat tarzının yansımasıdır hamak.Hamaktan ötesi var mı derseniz, var tabi:o da karavan.(bu da başka bir yazının konusu olsun, neyse fark ettim ki konuyu İzmir'e getirmeyeyim diye birazdan Hotturbascı teoride boş konuşmanın önemine değineceğim, oyüzden burada kesip geri mevzumuza dönüyorum.)



Bögürtlenli peynir yukarıda


Teos'tan çıkıp dağ köylerinden geçip ( içinde psikodrama merkezi barındıran ilginç köylerdi bunlar) Urla'ya varıyoruz.Hedefimiz Karantina Adası.Savaş  döneminde müzakere sırasında Rumlar burada bekletiliyormuş, Osmanlı döneminde ise bulaşıcı hastalıkların tedavisinde kullanılıyormuş, günümüzde ise Urla devlet hastanesi var.Hastane bir açıdan şanslı, hoş bir manzara, etrafta sörf yapanlar falan.


İzmir için bir kaç not:
  • Akşamları Alsancak'ta yürümek güzel oluyor gerçekten.Alin's Kafe 'de beğendiğim bir yer oldu.
  • İlla denizin kenarında oturacam derseniz Güzelbahçe taraflarını düşünebilirsiniz.Biz Altınoluk diye bir mekana gittik nerdeyse dalgalar yutuyordu bizi:)
  • İzmirli kızların bizlerden bir farkı yok, üç ton daha koyular o kadar, abartmaya gerek yok yani.

Tatilin geri kalan kısmında "İzmir'in çevresi"ndeydim.Güzelçamlı ve Özdere taraflarında takıldık. "Ankara'nın bağları" çalarken oynayan İngilizlerle birlikte Sisam Adasına doğru tekne turu yaptık.Ankara meğerse kültür ihraç eden bir şehir olmuş da haberimiz yokmuş.Hatta haftasonuda Üsküdar sahilinde otururken Kız Kulesini yine "Ankara'nın bağları" eşliğinde izledim,gözlerim doldu resmen (sebebi bir sonraki İstanbul yazısında)