En sevdiğim kavramlardan biri "pastırma sıcakları". Hayır pastırmaya bayıldığımdan ya da havalar serinleyip tekrar yaz moduna geçmesini çok sevdiğimden değil "pastırma sıcaklarına" olan ilgim isimlendirmedeki yaratıcılıktan geliyor.Mesela Wikipediada konu ile ilgili şunlar denilmiş:
"Pastırma yazı deyimi, pastırmanın bu dönemde hazırlanması sebebi ile
verilmiştir. Gece ve gündüz arası sıcaklıkların birbirine yakın ve sıcak olması sebebi ile; pastırmanın en ideal şekilde kuruması bu dönemde olur. Dünyanın pek
çok yerinde yaşanan bu dönem Almanya'da "kocakarı yazı", İsveç'te "Azize Birgitta yazı", ABD'nde "Yerli yazı" (Indian summer) gibi adlar alır."
Bakar mısınız diğer ülkelerdeki adlarına hiç de orjinal değil, oysa ince ve kıvrak zekalı yurdum insanı ne güzel bir isim takmış bu döneme.Gerçi karasal iklimin göbeğinde yaşayan biri olarak tanımda yer alan "Gece ve gündüz arası sıcaklıkların birbirine yakın ve sıcak olması sebebi ile" ifadesine itirazım var.Ülkemizin pastırma diyarı Kayseri'de Ekim ayı sıcaklık ortalamalarına bakarsak gecelerinin 0 , gündüzlerin 15 derece civarında olduğunu görüyoruz, bu nasıl bir "gece gündüz sıcaklığının birbirine yakın olması" anlayışı Sayın Wikipedia....
Döneme yakışır şekilde harala gürele temel besin maddemiz olan pastırma kuruttuğumuz şu günlerde pastırma kokusundan bir sıyrılıp temiz hava alalım dedik.Soluğu dışarılarda aldık.Asıl amaç epeydir "yakın dönemde yapılacaklar listemde" yer alan uçurtma uçurmak maddesini gerçekleştirmekti. Bunun için 3 çıta, muşamba , ip falan hazır etmiştim zaten. Çoçukluğumdan hatırladığım yapımı pek kolay bir şeydi ama gel gelelim 12 sene geometri okuyup altıgenin altı kenarını eşit yapamayınca uçurtmanın ağırlık merkezinde birazcık sapma oluverdi yine de Allah'tan ümit kesilmez deyip, üşenmeyip uçurtmanın 3 katı uzunluğunda kuyruk yapmayı ihmal etmedik.
Uçurtmam Sarıkanat |
Ahlatlıbel'e daha önceden gitmemiştim meğerse burası Ankara'nın uçurtma merkeziymiş.Yol kenarında uçurtma satanlardan hazır uçurtma almayı da ihmal etmedik gerçi uçurtmamız Sarıkanat müthiş olmuştu ama ne olur ne olmaz nazarlara gelir uçurtma zevkimiz yarım kalmasın diye "Yeşilburun'u " aldık.
Sarıkanat uçmadı değil uçtu yerden 1 metre kadar yükseldi ama malum temel fizik yasaları çarpıştı falan yer çekimi, rüzgarın kaldırma gücüne ağır bastı, etrafta bizim uçurtmayı kıskanan kem gözlerin yaydığı kızılötesi ışınlar yer çekimini kuvvetlendirdi falan...Hem uçmayan sadece Sarıkanat değildi, uçurtmacı ekibin devasa uçurtması da uçmadı, pembe etekli 4 yaşındaki kızın uçurtması da uçmadı yaaaa.
Neyse Labirentin Kapısında Bekleyen Panda elime yeşil uçurtmayı verdi de ağlamayı kestim.
Daha sonraki durağımız Eymir Gölü oldu. Henüz Eymir'deki ağaçlar kesilip sandalyeye dönüşmeden ve Eymir'de Ankara'nın 868. alışveriş merkezi kurulmamışken biraz yürüyüş yapalım dedik. Eymir'in araç trafiğine kapatılması çok yerinde bir uygulama olmuş zira en son iki sene önce bir pazar günü Eymir'e araçla gidip park edecek yer bulma amacıyla gölün bütün çevresini milim milim giderek 3 saatte dolaşıp Eymir'den çıkmak zorunda kalmıştım ki o günden beridir Eymir'e gitmiyordum.Şimdi herkes arabasını girişte bırakıyor ve yaya ya da bisikletle devam ediyor. Bu arada üç tekerlekli bisikletlerin Eymir'deki varlığı da bana ayrı umut verdi, "benim için hayaldi gerçek oldu" diyorum.
Eymir'den birkaç kare ile bugünkü programımızın sonuna geliyoruz. Esen kalın...