Eylül ayında hayırlı bir iş için İstanbul çıkarması yaptık. İstanbul benim için geçireceğim her saati çok önceden planladığım ve her gittiğimde de boğaza karşı kollarımı açıp "Alacağın olsun İstanbul 13 ten 17 milyona kadar değişen sayıda adamı kucağına aldın da bir beni alamadın şu hayatta" diye sitem ettiğim şehirdir. Bu sitemi Allahım ben nerde yanlış yaptım neden İstanbul şansını hep kaçırdım şeklinde hayat sorgulamaları takip eder falan. Ama bundan İstanbul'a ne tabi, ne de olsa İstanbul'a karşı "Gülhane Parkındaki ceviz ağacından" pek farkım yok aslında. İş bu hal ki ben artık Dikmen Vadisinde meşe ağacı olarak yaşamaktan mutlu olmayı öğrendim.Bu sefer İstanbul çıkarması biraz farklı oldu. Hayırlı işimizi halledip Üsküdar-Kadıköy hattında takıldık. Kadıköy'ün mahallelerinde bir tambur atölyesinde soluğu aldık.İstanbul'da keşmekeşin hala uğramadığı sokaklar varmış.Sahiplerini bekleyen tamburlar, tambur olmayı bekleyen ağaçlar, ortalıkta dolaşan kediler ve hoş sohbet bir kadın tambur yapımcısı.(müzikle uğraşan işin mutfağında olan kadınlara bayılıyorum:) Ve işte ailemizin yeni üyesi "Nezih"
Daha sonraki durağımız Üsküdar. Anladığım, bütün Üsküdar bir restorasyon hali içinde. Sahil ise hayallerimizdeki Üsküdar'ün havasına hiç uymayan tarzda müziklerin çalındığı çay içebileceğiniz koca bir ticarethane gibi.Yine de o karmaşada oturup gün batımında Kız kulesi'ni izlemek istiyorsunuz ya da "Günbatımında Kız kulesi" temalı fotoğraf peşinde olan sayılamaz sayıda insanın yanında yerinizi alıyorsunuz. Ben de bunları gönül rahatlığıyla yaptım zira sahilde takılmadan önce yapmayı kafaya koyduğum şeyi yapmıştım, karnım tok sırtım pekti:) Kanaat Lokantası. Bir obur olarak heyecanla gittim, zaten pek meşhur bir yer. Belli ki sosyete de keşfetmiş benim gibi sıradan tipler de var, çorbasını içtikten sonra bilmem ne yalısında "Sonbahara veda" partisine koşacakmış gibi giyinen ablalar da.Yemeği gidip görüp seçiyorsunuz, yemekler Türk mutfağının kallavi yemekleri.Fiyatlar açısından esnaf lokantası beklentisi düzeyinde gitmeyin, bulaşıkları yıkamak zorunda kalabilirsiniz.Yediğim şeyler lezzetliydi ama beni asıl zorlayan, hayatımdaki en zor seçimlerden birini yapmaktı: Tatlı listemde hep bir numarada olan kabak tatlısı mı yoksa o kızıl rengi, üzerinde enfes kaymağıyla kıvırta kıvırta beni al diyen ayva tatlısı mı.Ben yaşanmışlıklara yenik düştüm kabak tatlısını denedim. Evet Kanaat'ın kabak tatlısı ilk üç listeme girer kesinlikle ama ya ayva tatlısını seçseydim belki herşey çok farklı olacaktı belki ilk sıraya tereddütsüz o ayva tatlısı yerleşecekti. Evet bunu öğrenmenin sadece bir yolu var.(web sitesine baktım Ankara'ya tatlı göndermiyorlar.)
Kahvaltı için ise Moda'ya gittik.Van kahvaltı evi diye bir mekanı açık bulduk oturduk ilk başta sakindi sonra İstanbullular akın ettiler, anlaşılan bunlar evde kahvaltı etmiyorlar:) Kahvaltı'ya dair çok özel bir şey yok ama İstanbul ve Ankara kafeleri arasında derin farkları bir başka yazıda ele almak istiyorum, zira Ankaralılar için Ankara'yı sevmek için sebepler bulabilirim sanıyorum. Tabii Moda güzel bir semt orası, ayrı. Hala bir mahalle havası taşıyor, İskelesinin civarı ve Kadıköy'e giden sahil yolu huzur verici.Ama gaza gelip hürriyet emlaktan Moda'da ev fiyatlarına bakmayın, emekli olunca Moda'ya yerleşme planlarınız bırakın baki kalsın.
Aile üyeleri üzerine bir yazı olacaktı İstanbul yazısı oldu.Olsun napalım. İşte bizim ailenin diğer fertleri. Hayatımın değiştiği nokta Nev Kardeşler: Nevbahar, Nev Eda ve Neva. Kendileri Mansur, Kız ve Müstahsen neyler olup, bana tahammül etmekle meşguller.
Ve ailemizin aykırı çoçuğu, ayrı dünyanın vatandaşı ve henüz bir isme sahip olmayan ama "yeşil başlı gövel ördek" lakabına sahip gitarımız. Kendisi nerdeyse elli kg kadar falan olup Labirentin Sonunda Bekleyen Panda tarafından nasıl kucaklandığı tarafımca hala merak unsuru olmakta.Ama süper sempatik bir şey....
ayva tatlısı fena değildir ama kanaat'in kaymaklı ekmek kadayıfı için bekleriz.. :)
YanıtlaSil